5 Ocak 2017 Perşembe

Gammaz yürek


Ölürüz diye mi üzülüyoruz?
Ne ettik, ne gördük şu fani dünyada
Kötülükten gayri?

Ölünce kirlerimizden temizleniriz,
Ölünce biz de iyi adam oluruz;
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,
Hepsini unuturuz.

Orhan Veli Kanık, Ölüme Yakın – “Yenisi, 1947




 Cuma -Bugün

Bir iki yıl içinde büyük bir felaketle karşılaşacağımızı biliyorum ama herkes benim şeytan dilli olduğumu söyler.. Dinlemezler beni! Huysuz, dengesiz bir cenabet düşünün... Benim işte o! Bugün Karaköy’de henüz inşaat halinde olan Ginsberg Palas'ta içimdeki irini akıtıp göz yaşlarımı dindirmeye çalışmakla meşgulüm. 
Ah dedim biraz önce, "Hatun, gittikçe yaşlanıyorsun ve kendine acımaktan başka bir şey gelmiyor elinden. O kadar zen safsatası öğrenmene, kişisel gelişim kursu devirmene rağmen bir adım ilerleyememişsin yani."

Yirmi yıl önce berbat bir belaya bulaştım ben. Bedel ödeme günü yaklaştı. Yapayalnız geçen yirmi yılın affı mümkün mü?

***
Hiçbir şeyden şikayet etmeye hakkım olmadığını işiterek büyüdüm. Ailemin suç ve bahane kavramlarını gündelik dillerinde baş köşeye yerleştirmelerinden olsa gerek, neredeyse tanıdığım herkesin nefes almaya benden daha çok hakkı olduğunu düşünüyordum. Hayatımı sürdürmek için hafif bir intikam oyunu icat ettim. Adeta şeytanın yattığı yeri belleyip eşe dosta kök söktüren bir bela kesildim. Yapay bir kavga yaratmak ve bağırıp çağıranları izlemek en büyük keyfimdi mesela. İnsan öfkelendikçe yaşıyordu sanki. Daha çok, insanların çirkinleşen yüz ifadelerini ve sararan benizlerindeki dalgalanmaları takip etmek hoşuma giderdi aslında. O yüzden aralarında aşktan öte bir şey gördüğüm iki insanı, birbirinden ayrı yollara sürüklemek ve onların darmadağın oluşlarını izlemek benim için festival gibi... Olmalıydı... Olmadı. 

Alen ile Suzan ben onları ayırdıktan yirmi yıl sonra Karaköy’ün birtakım pestenkerani otellerinden birinde bir araya geldiler. Kıyamet turizmi satıcılarının ortasında, tüm varoluş saçmalıklarından nemalanmaya çalışan meraklı kuru kalabalığın arasında, yine birbirlerini buldukları her an olduğu gibi, zamanı durdurdular. Kimsenin onlara erişemeyeceği sarp bir yamaçta ikisinin de ruhu kırmızı bir balona dönüşüp göğe yükselmiş gibiydi.  İşte o zaman ayrıldıkları anı anımsadım. 

Alen’in gözlerinde insanların ondan çekinmesini sağlayan aynaları vardı. Ne olduğunuzu aynen yüzünüze vuran bakışlar. Kırılmıştı onlar. Dumanlar arasından efsunevinin iki yalnız perisi süzülmüş Suzan'ın gözlerine yerleşivermişti. Suzan, o yılların biraz olsun durduramadığı o fermanlı deli... O bile derin bir ana hapsolmuştu. Zeus’un gazabından bile korunacak bir güç kalkanı vardı çevrelerinde bu ikisinin. İzlediğim bu sahne beni öylesine şaşırtmıştı ki, bir ihanet yalanı ile onları kandırdığımı bilmeme rağmen nasıl olup da hala birbirilerine sevgiyle bakabildiklerini anlamadım. İçimdeki kıskançlık daha da büyüdü. Bu iki insanın gözlerinde bir pişmanlık belirtisi aradım. Aşklarını kenara atmışlıklarından doğan bir pişmanlık... Bulamadım. Geçen yıllarına dair hiçbir keder hissetmeden, öfke gütmeden ama şefkat de göstermeden baktılar. Belki birbirilerinden ayrı geçirdikleri tüm o zamanı bakışlarına kazıdılar. Bir dudak bükülmesinde bir göz seyirmesinde hasret, bulmayı bekledim. Belki onların birbirleirne olan bakışlarında yeryüzünün anlamını görmeseydim daha az acı çekerdim.

Foto : casablanca ,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder