27 Ağustos 2017 Pazar

GÖZLERİNDEKİ PERDE


“Her şeyin bir zamanı var,” diye düşündü. “Ben hala bir yabancıyım ve belki de tuhaf görünüyorumdur. Ama bu girdabın içine sürüklenmem uzun sürmez.”
İntihar Kulübü, Robert Louis Stevenson



Tankut ile Eyşan tanışmalarının altıncı ayında birlikte yaşamaya başladılar. O zamana dek aralarında ortaya çıkan tüm anlaşmazlıkları çözmüş ve uyumsuzlukları kabullenmiş olduklarını sanıyorlardı. Birbirlerinin özel alanlarına saygılı davranıyorlar ve uğraşlarını destekliyorlardı. Politikadan sanata, bilimden spora hemen her konuda ortak fikirlere sahiptiler. Bu da aynı evi paylaşma kararı almalarında etkili olmuştu.

İlk pürüz evdeki eşyaların yerinin belirlenip sabitlenmesinde çıktı. Tankut salondaki yemek masasının üzerinde süs eşyası görmek istemiyordu. Buna karşılık televizyon sehpasının çevresi küçük kedi-fare bibloları ile kaplıydı. Banyoya giden holün üzerinde de kaplan fotoğrafları asılıydı. Evin muhtelif yerlerinde dik dik bakan kedi gözleri ile karşılaşmak Eyşan’ın asabını bozmuyor değildi. Yine de boya fırçalarının ve etamin kutusunun etrafta olmasına ses etmeyen Tankut’la bu kadar küçük şeyler yüzünden tartışmayacaktı elbet. Pürüzün krize dönüşmesine fırsat vermeden genç adamın ricası yerini buldu. Meşe masifine zaten hiç uymamış olan burgonya kuru gül vazosu ile bakır badem şekeri kasesi mutfak dolaplarından birinin derinliklerine kaldırıldı.

İki ev arkadaşı hangi öğünde ne yemek yiyeceklerinden tutun da hangi kanalı izleyip hafta sonları hangi rotada yürüyüşe çıkacaklarına dair hemen her konuda görüş birliğine varmışlardı. Sabahları aynı saatlerde kalkıyor, kahvaltıda haşlanmış yumurtaya koyu kahveyi katık ediyorlardı. Evden çıkmadan önce kendilerini bekleyen günün kısa bir kritiğini yapıyor ve her ne hikmetse birbirleri ile aynı renklerde kıyafetler giyiyorlardı.

Tankut’la aynı evde yaşamaya başlamadan önce mide ağrılarından şikayetçi olan Eyşan, uyguladıkları ortak diyet sistemi sayesinde her güne daha zinde uyandığı için kendini şanslı sayıyor, şükürlere doymuyordu. Genç kadın birlikte yaşamanın nasıl bir şey olduğunu soran arkadaşlarına “Kayıp siyam ikizimi bulmuş gibiyim. Canım yandığı anda hissedip bana telefon edecek kadar duyarlı biri.” diyordu.

İki kişi arasındaki bu uyuma nadir rastlanacağını söyleyip birbirlerini tebrik etmekten geri durmayan ev arkadaşları, bir akşam üzeri üzerlerinde çizgili pijamaları ile oturmuş en sevdikleri otomobil yarışlarını izliyorlardı. Göz ucuyla baktığı mobilya kataloğu hakkında fikir beyan etmekte olan Tankut beğendiği bir berjeri Eyşan’a gösterdi. Eyşan bu koltuğun perdelerle uyum sağlamayacağını söyledi. Bunun üzerine, vakit alışveriş yapmak için hayli geç olsa da; yeni perde almak üzere dışarı çıkmaya karar verdiler.

Alışveriş merkezinin kapanmasına iki dakika kala hayallerindeki perdeleri seçmişler ve kasaya yönelmişlerdi. O gece izlemeyi planladıkları Bela Lugosi filmini erteleyip eve döndüklerinde perdelerin yapımı ve yerleştirmesi ile uğraştılar. İşleri bittiğinde her ikisi de oldukça huzurlu biçimde yataklarına uzandılar.

Ertesi gün onları uyandıran telefonlarının alarmı değil, perdelerin düşme sesiydi. Yeni konukları yerlerini yadırgamış olacaktı. Durumu fazla ciddiye almadılar hatta Eyşan Japon perdelerinin rengi ve dokusu ile ilgili bir iki espri patlattı.

Akşam üzeri aynı saatlerde eve döndüklerinde sadece oturma odasındaki değil, çalışma odasındaki perdeleri de yerde buldular. Tankut perde asma çubuğunda bir sorun olduğuna emindi. Eyşan ise sorunun imalatçı firmadan kaynaklandığına inanıyordu. Ne kadar diretseler de biri diğerinin düşüncesine katılmadı. Akşam yemeğini ertelediler. Eyşan yatmadan önce çalışma odasına girip buradaki küçük peluş çita oyuncaklarını ortadan kaldırdı.

Perdelerin eve gelmesinden bir hafta sonra, artık ev arkadaşlarının birbirleri ile geçirdikleri zaman azalmaya başlamıştı. Sabah birbirleri ile konuşmadan evden ayrılıyor, akşam yemeklerinde farklı menüleri tercih ediyorlardı. Eyşan saçlarını kestirip kızıla boyatmış ve ofise yeni gelen İngiliz çocukla haftada üç kez dışarı çıkar olmuştu. Tankut duruma içerlediğini göstermek için genç kadının etamin ve boya kutularını ayakkabı dolabının üzerine kaldırdı. Eyşan oralı olmadı.

Havaların iyiden iyiye soğumaya başladığı günlerden birinde laf dinlemez perdeler, kendi odalarına çekilmiş iki arkadaşın arasındaki sessizliğe darbe indirdi. Bu sefer öyle gürültüyle yere düşmüşlerdi ki, ahşap zemin üzerinde oluşturdukları çizgiler ev sahiplerinin canını sıkmaya yetti. Tankut bu duruma daha fazla dayanamayacağını söyleyip perdeleri yerlerine zamklamaya yeltendi. Eyşan eskiden hayatının anlamı olarak gördüğü adama tanımaz gözlerle baktı. Tek laf etmeden banyonun duş kabininde asılı kedi armalarını kazımak üzere harekete geçti.

Günler geçti. Japon perdeleri kendilerine ait bir dil tutturmuşçasına belli zamanlarda asılı bulundukları kanatlardan kendilerini kurtarmayı ve özgürlüklerini ilan etmeyi sürdürdü. Tankut çalıştığı mimarlık şirketinden terfi alarak şehir merkezindeki yeni caminin inşa gurubuna katıldı. Neredeyse tüm vaktini ofiste geçirir olmuştu. Eyşan ise işten arda kalan vaktini dil kursları ile dans dersleri arasında pay ediyordu. Birbirlerinin yüzlerini iki üç haftada bir gören iki ev arkadaşı, yaşam alanlarını derin çizgilerle ayırdılar. Sınırı belirlemek için, elbette ki asi japon perdelerini kullandılar. 



Fotoğraf: Muhsin Akgün

7 Ağustos 2017 Pazartesi

DUVARIN ÖTE TARAFINDAKİLER


Çıkan kısmın özeti:
Serap hayallerindeki hayata iç geçirerek bakan yüzbinlerce gençten biridir. Üniversiteden sonra istediği işe girememiş, güç bela bir internet haber sitesinde editörlük yapmaya başlamıştır. Bir gün patronu, yazlık evinde yardıma ihtiyacı olduğunu söyler. Serap’ın gönülsüz evet dediği bu görev, hayatını rayından çıkaracaktır. Önce alt komşusu Cemil’in arkadaşı olduğunu söyleyen bir Gizli Teşkilat çalışanı tarafından patronun evindeki toplantılarda ajanlık yapması teklifini alır. Oyun içinde oyun tehlikesinden şüphelenen kahramanımız hiç beklemediği bir anda kalbini oyacak celladın kapıyı çalacağından habersizdir.




"Geriye baktığında, bunu onlar için gerçek başlangıç anı sayıyordu. Her ikisi de rahatsız ve kendini tutar gibiydi. Gönülsüz değil, ama tedirgin, hatta birbirlerine acır gibi. Daha sonra erkeğe, o anda önemli bir şey hissedip hissetmediğini sordu. O da, evet, dedi. Bunun birlikte yaşayabileceği biri olduğunu fark etmişti. Ona, peki diyelim birlikte yaşayamayacağın biriydim. Bunu anlayabilir miydin, diye sorduğunda, adam evet dedi, bunu anlayabilirdim. Anlayabilirdi ama anlamamıştı.

                                           Alice Munro, "Barbarlar", AÇIK SIRLAR
                                    


Erdem ve korkaklık kol kola girmiş

“Sizin yaşlarınızdayken ben de Memnan Bey’in yanında çalışırdım. Kendisi hem iyi bir akıl hocası hem de cömert bir işverendir. Hatırlıyorum da bir keresinde yaptığım bir haber yüzünden topa tutulmuştum. Bana kol kanat germiş, kellemi isteyen avukatların gözünü korkutmuştu. Ah, hatta eşim Ramiz’le de onun ofisinde tanışmıştık, öyle değil mi tatlım?”

Boya küpüne daldırıp çıkardığı suratı, rüküş kırmızı elbisesi ve bakmaktan kendimi alıkoyamadığım yeni ekilmiş kaşları ile kendi sınıfından olmayan bana, sanki bir lütufta bulunuyormuşçasına konuşan bu kadını niye dinliyordum?
A) Burjuva tavrının ve snob duruşunun gösterişten ibaret olduğu, zavallı bir kalp ağrısına sahipmiş ve gizlediği bir sırrını artık açığa vurmak istermiş haline acıyordum.  B) Onunla takılmayı patron Memnan’ın karısı Oya’nın getir götürünü yapmaktan daha iyi bir seçenek olarak görüyordum.
C) Bir siyasi danışman olan bu hatunun ağzından dökülecek bir iki kelam bizim teşkilata veri sağlayacak bir ipucuna dönüşebilirdi pekala.

Kadın bir iki kadehten sonra saçma sapan yatak sırlarını anlatmaya başlayacak gibiydi. Yazık ki ben kendisini dinlerken alkol tüketemiyor, sadece salonda yiyecek içecek eksilmesin diye etrafı kontrol ediyordum. Briyantinli saçları ve yağlı sakalı ile kocası Ramiz yanımıza geldiğinde şimdi tencere kapak kadar birbirine uygun gördüğüm bu ikilinin nasıl olup da “power couple” statüsüne erişebildiğini düşündüm. Sadece yalakalık ve doğru zamanda doğru yerde olmakla becerilecek iş değildi bu.

Ramiz geldiği gibi kıllı elini önce belime koydu. Sonra biraz daha aşağılara inerek kalçamı okşamaya başladı. Üzerimdeki beyaz takım elbisenin bana verdiği rahatsızlık yeterince sinirimi bozarken bir de hayatta elde ettiği her şeyi insanlara çamur atmak ve şantaj yapmakla kazanmış bir gazeteci bozuntusu tarafından tacize uğramak beni delirtmişti. O anda elime geçen bir vişne suyunu olduğu gibi adamın üzerine boca ediverdim. Memnan’ın karısı Oya faltaşı gibi açılmış gözleri ile beni lanetlerken tuvalete koşturdum. Ne yazık ki, tuvalette iki iş adamı kokain partisi veriyordu. Benim beyaz takım bir kuru temizlemecinin leke çıkarmak için tüm mesaisini harcayacağı kadar batmıştı. Çaresiz hava almak üzere fransız kapının sürgüsünü çektim. bahçeye çıktım. 

Ateşböcekleri, ıhlamur kokuları ve yakındaki gölden gelen kurbağa sesleri içinde huzurlu bir geceydi. Az önce terkettiğim evdeki iblislerden bihaber yıldızlar gökyüzünde dans ederken halime üzülüyormuş gibiydi. Kırmızı elbiseli kadın kendi gençliği ile benimki arasında paralellik kurmakta haklıydı. Bazı insanlar güçlerini icra etmeye o kadar büyük ihtiyaç duyar ve iktidarı öylesine arzularlar ki, kendi doğalarında buunan bazı parçalarına zorbalık etme fikrine saplanıp kalırlar. Bu büyük bir kibrin, kendini beğenmişliğin sonucudur. Bütün sofu ahlakçılarda, insan kendisinin bir parçasına Tanrı diye taparken diğer tarafını da şeytanlaştırır. bazen kendimi tertemiz bir melekle eş tutarken çoğu zamanda riyakar politikacılar gibi manipule edici konuşmalar yapıyor oluşum bundandı. 

Bu eve gelmiştim. Hem de gizli bir örgütün ajanı olarak. Bana yapılan teklifi kabul etmiştim. Niye? Ancak o zaman kolay yoldan iş bulan bir sanatçı olacaktım. Bu, kendi yeteneğime, çalışkanlığıma hiç güvenmediğim anlamına gelmiyor muydu? Ah be kızım Serap, kader kalbi ferahlara gökkuşağı çıkarır diyenler haksız mı? Hiç yılmadan çabalasan bir gün yüzün gülmez mi? Buna inanmayı kesersem,
kısa zamanda yükselmek isteyen o hırslı kalabalıktan ne farkım kalırdı? Kol kola giren erdem ve korkaklığın elinden havuzun arkasındaki çalılıklardan gelen ses olmasa kurtulamazdım. Çoktan dolu dolu olan gözlerim karanlığı doyuracak kadar büyümüştü ki...

"Bu akşamın sizin için can sıkıcı geçmediğini umuyorum..."
"Pardon?!"

Tehlikeli ve hassas görevimin gerektirdiği soğukkanlılığa sahip olmayışıma veryansın etmeyi bir kenara bırakmam gerekiyordu demek. Karşımda dikilen oldukça nazik ve centilmen genç adam,
"Afedersiniz, sizi ürkütmek istemedim. Çalılıkların ardında bir ağaç ev var biliyor musunuz? Memnan bey kimin için inşa ettirdi bilmiyorum, ama içindeki teleskopla yıldızlardan başka her şeyi izledim bu gece..."

Bu davete katılan herkes konuşmayı ne kadar çok seviyor diye düşünmeden edemedim. Acaba yalnızlıklarını böyle mi maskeliyorlar. Hemen her memlekette en çok sesi çıkanlar bilirbilmezler, cahillerdir. Belki içerideki kuru gürültü uzmanlarına böyle seslenirdim de... Bu karşımda dikilen  samimiyeti göz bebeklerinden fışkıran sevimli şeye 'cahil' diye hitab etmek haksızlık olurdu.
Merakıma engel olamadan sordum;
"İçerde olanları mı gözlüyordunuz yoksa?"

O an gülümsedi ve havada uçuşan tüm ateş böcekleri durdu. Işıklarını aynı anda yaktı ve ben tüm yüzüne yayılan geniş gamzeyi görebildim. İlk görüşte vurulmak, böyle bir şeydi demek. Kısacık bir andı. O an göğsümde bir zonklama, midemde bir yanma ve kulaklarımda çınlama olarak geçip gidiverdi. Ağzım açık bakıyordum, neyse ki içimizden biri sözcüklerle ilişki kuracak kadar kendindeydi. 
"Bir çeşit hobi diyelim. Sizin de vardır. Sapık tacizcileri şaraba doyurmadığınız zamanlarda sneler yaparsınız?"

Demek ki o teleskopla gerçekten de Memnan ile Oya'nın seçkin davetlilerini gözetliyordu. Nedense bu karşılaşma beni kendimden geçirmişti. Çoktan unuttuğum Gizli Teşkilat'ı hatırlamam birkaç dakikamı aldı. Jetonun bende köşeli döndüğünü söyleyen kardeşlerim haksız değillerdi yani. 

"Size verecek bir bilgi yok henüz elimde." deyiverdim.

Karşımdaki gamzeler bu sefer kelebeklere dönüşmüştü. Ateşböcekleri şimdi de havaya yayılan kahkahalarla dansa başlamıştı. Karşımdaki muzip adam gülerken bir yandan da açıklama yapmaya çalışıyordu.

"Alt tarafı hobilerinizi sordum hanımefendi. Resim yapmak, gitar çalmak, kürek çekmek, kanaviçe işlemek gibi bir merakınız var mı, diye merak ettim. Babam bu tip toplantılara katılmam konusunda ısrarcıdır. Ama ben içerdeki dalavericilerle olmaktansa dumanlı kafayla takılmayı tercih ederim. Onlara haddini bildiren biriyle eğlenme fırsatını da sık yakalıyor değilim."

"Ben sizi yanlış anladım." diye kesiverdim konuşmasını. Kendi kazdığım kuyulara yuvarlanmakta ustayımdır. Ama bu kez uzatmayacak, hemen patronun evine geri dönecek ve işime bakacaktım.

Kendi yoluma gidecektim.

Elektrik kesilmese, havuzun etrafındaki lambalar sönmeseydi...

Karanlığı delen bir boğuşma ve haykırış duyulmasaydı...

Gizli Teşkilat'ın şahsıma tahsis ettiği telefon acı acı çalmasaydı...

Bu ufak tanışmayı unutacak, yüreğimin bir kez daha tarumar edilmesini engelleyecektim. Heyhat bilgeler boşuna; hayatta her şeyin zamanı var, dememişler. Duvarın öte tarafına geçmek için sadece çabalamak yetmez. Talih tuhaf tesadüfler hazırlar ve ansızın bir girdaba sürüklenmenizi sağlar. Gece iyice çöktüğünde yarılan karanlığın içinden boşanan buz gibi yağmur gibi. O da hayatıma davetsiz dalıverdi.


Haftaya ...
ŞEREFİM SÖZ KONUSU OLSA DA,
KALBİMİN SÖYLEDİĞİNDEN BAŞKA ŞART KOŞMAM!

5 Ağustos 2017 Cumartesi

YENİ BİR AŞK OLASILIĞI

"Hiç aşık oldunuz mu? Dehşetengiz bir şeydi değil mi? Aşk sizi hassaslaştırır. Aşık olunca göğsünüz yarılır ve kalbiniz açılır. Bu, birinin içinize girip ortalığı dağıtacağına işarettir."
                                         Merhametliler, Neil Gaiman


Çıkan Kısmın Özeti:

Bir internet haber sitesinde içerik hazırlamaktan sorumlu olan kahramanımız Serap, alt komşusu Zahter teyzenin oğlu Cemil'in de içinde bulunduğu bir plana dahil edilmeye çalışılır. 
Haftasonu patronunun evinde getir götür yapacağını sanarken kendisine "Gizli Teşkilat" diyen bir organizasyon tarafından bu evdeki toplantıları izlemekle görevlendirilir. Hayal ettiği hayatın parmaklarının  arasından kayıp gittiğine üzülen Serap ne yapacağını bilemez.



                                         Anı zonklaması gibi bir şey duydum göğsümde...

Bu tatsız olayların başlamasına engel olmak için hiçbir şey yapmadım. Aksine öc almak için ihtiyacım olanın gizli teşkilatın planını uygulamak olduğunu biliyordum. Ne yapsaydım yani? Sümsük hayatıma devam etseydim bu hikayeyi asla okuyamayacaktınız. 

Annem hep gününden önce olgunlaşıp dalından düşen bir meyve olduğumu söyler. Bunda henüz ergenliğin kıyılarından demir almamışken yaşadığım o gönül kırıklığının payı büyüktü. On beşimde filan olmalıyım... Ağır bronşit geçirdiğimden bir süreliğine yatırıldığım sanatoryumdaki doktorlardan birine aşık olmuştum. Adam da hislerime karşılık vermiş ve bu yüzden işten kovulmuştu. Elbette ki kader beni hiç sevmedi; gelecek günler birlikte olmamıza izin vermedi. Fakat ben hayatın bana haksızlık yaptığı fikrine sarılmayı pek sevdim. Bu tecrübeyle anlıyordum ki, hezeyanlara bulanıp yaşamak her türlü mutsuzluğun faturasını Tanrı'ya çıkarma şansı veriyordu bana.

Aşk hatrına alık bir balik olmanın önüne geçebilecegime emindim. İçimde bir kıpırdanma hissettiğimde onu sakinleştirecek yöntemler bulmak zor değildi. Zamanı doldurmak ve gereksiz işlerle günlerimi kasvete bogmada becerikliydim. Kısaca yeniden aşık olmayacağıma, böyle bir olasılığı yanıma bile yaklaştırmayacağıma yeminliydim. O çarpılma anından sonra gelen şüphe, güvensizlik, keder yöreme uğrayamayacaktı. Türlü gölgenin ve sisin arasında beni farkedebilecek, gözlerime dik dik bakıp fütursuzca beynime kuşku salacak, kuytularıma dalıp zaaflarımla alay edecek birine izin yoktu. Düşlerime ulaşmak için madem bir anlaşma yapmıştım. O toplantıya gidecek, benden isteneni yapacak ve yepyeni bir hayata adım atacaktım.

 Pek tabi ki... Gafil avlandım!