19 Şubat 2020 Çarşamba

3. BÖLÜM
          
OYUN OYNAMAK İÇİN ASLA GEÇ DEĞİL

“Çocuğun tek bir amacı vardır. Özümseyen zihnini kullanarak dünyaya dair ne varsa öğrenmek… Biyolojik planın bu dürtüsü engellenmediğinde, çocuk hayret verici potansiyelini gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğu zihinsel donanımı inşa eder.” 
Joseph Chilton PEARCE , Sihirli Çocuk


Bulunduğum ilk film setinde (ki o sırada sinema eğitimi aldığım için kamera arkasında çalışıyordum) beni bu mesleğe bağlayan şey, kolektif bilinç olmuştu. Hemen hemen tüm birimler eşit muamele görüyor ve üretime, yani tek bir hayale hizmet etmek için herkes varını yoğunu masaya koyuyordu. Bu bahsettiğim yirmi yıl öncesi… Zaman içinde değişen çok şey oldu. Ama hala filmcilerin özel bir paylaşım ağı ile birbirlerine bağlı olduklarına inanmak isterim. Oradaki en varlıklı insan, sahip olduklarını tüm ekiple paylaşır. Saygıdeğer aktörler cüzdanlarındaki maddiyatın gösterişini yapmaktan ziyade, mütevazi yaşar, kamera arkasındaki iş arkadaşlarını aileden biri olarak görür ve kazançlarını onlarla bölüşür.

Galiba sadece film işinde değil yaşamın her alanında çevremde az tüketen insanların olmasını yeğlerim. Böyleleri bakış açılarını alışveriş merkezlerine, yahut sosyal medyadaki fenomenlere göre değiştirmezler. Mümkün olduğunca çok insana yardım etmek, topluma fayda sağlamak onları zenginleştirir, dinginleştirir. Muhteşem arabalara binmeseler, harika semtlerde oturmasalar, göz alıcı kostüm ve ayakkabılarla gezmeseler de onların çevresinde olmak istersiniz. Onların etrafa yaydığı iyilik enerjisinden uzak kalamazsınız. Hayattaki gerçek zenginliği keşfetmiş, varoluşlarını kabullenmiş, yaşam amaçlarını gerçekleştirerek tatmin olmuş kimselerle birlikteyken yaşam denen ırmakta dertsiz, tasasız seyreden bir sandala binmiş gibi hissedersiniz. Başına gelecek her şeyi kabullenmiş olmanın huzuru…

Hamilelik dönemine dair tek bir tavsiye ver deseniz, işte bunu söylerim… İçinde bulunduğunuz durumu kabullenin, onunla çatışmayın ve kendinizi gevşemeye bırakın. Tıpkı hayatın diğer periodlarında yapmanız gerektiği gibi… Bundan kastım, zorlu koşullarda tembellik edip kıçınızı yayın, demek değil elbette. Çünkü ben hayatta çalışmadan elde edilen bir şeye sahip olmadım. Geldiyse de geldiği gibi hızlıca gitti. Öyleyse, niye gelmiyor diye üzülmek yerine ben gidip alacağım, sakince ve yavaş adımlarla…

Önceki yazılarda içinde bulunduğum çevresel koşullardan dolayı yaşadığım zorluklardan söz etmiştim. Bu yazının ana konusu ise (eğer lafı uzatmayı bırakıp sadede gelmeyi becerebilirsem 😊 hamilelikte iyi vakit geçirmek…

Doğum iznime çıktıktan ve eşime kavuştuktan sonra, üçümüzün de sağlığının iyi oluşuna şükretmeye başladım. Sadece bu bile, tek başına ne büyük bir armağandı… Çok şanslıydık! Sonra bir baktım ki günler geçtikçe; hareket kapasitem sınırlandıkça; bebek 3 kiloya geldikçe ve ben 25 kg aldıkça (hiç aş ermesem de bünyemin arzu ettiğinden fazla yedim içtim. Çünkü doğum sonrasında spor ve sağlıklı beslenmeyle kilo vereceğimi bildiğim için, kendimi bu anlamda hiç sınırlamadım.) hayat zorlaşacağına kolaylaşıverdi… Gece uykularım bölünse, bebeğin hareketleri yemek ve nefes boruma baskı yapsa ve uzun mesafeleri yürümem imkansızlaşsa da, önceki aylardan daha iyiyim. Çünkü hepimizin sağlıklı olduğunu biliyorum. Sağlığımızın iyi ve başımızın üzerinde bir çatı olması kadar büyük nimet var mı?

Bebeğin adını hala kesinleştirmedik.
Hastane çantamız hazır değil.
Evi onun gelişine göre düzenlemedik.
Eşimle ikimiz de onun gelişini sükunetle bekliyoruz. İnanıyoruz ki, her şey olması gerektiği gibi olacak. Elbette ki benim de yoğun kaygılarım vardı. Bu ilk gebeliğim, ilk bebeğim, 40’ımdayım ve ne kadar çok okusam da hayatın kitaplardaki gibi akmadığını, kendi sürprizleriyle sizi sersemlettiğini bilecek kadar çok tecrübe sahibiyim. Geçtiğimiz günlerde ilk yalancı 'dalgam' ile tanıştım. Tıp dilinde Braxton Hicks olarak bilinen bu kasılmalar beni sersemletti. Doğumun kolay ve ağrısız geçeceğine inanmakta o kadar başarılı olmuşum ki, kasılmalar esnasında evin odaları arasında tur atarken eşime “İnsanların niye sezaryen  tercih ettiğini anlayabiliyorum.” dedim. Şimdi artık doğumun sandığım kadar kolay geçmeme ihtimali olduğunu da göz önünde bulunduruyorum 😊

Kaygılarımı azaltmak ve doğumun olanca güzel bir tecrübeye dönüşmesi için bir takım önlemler almanın gerektiğini, çaba sarf etmeden bir şey olmayacağını kabullendim. Bu adımları sizinle de paylaşmak isterim.

1.   İlk olarak İstanbul’da da güvenebileceğim bir doktor buldum. Her şeyi sorduğum, günden güne farklılaşan ruh halimi paylaşabildiğim, vücudumdaki değişimler hakkında beni rahatlatan bir hekim… Ortak ilgi alanlarımızın olması beni ona daha da yaklaştırdı. Hekimimle aklımdaki en saçma soruları bile paylaşabiliyorum. Onun sabrı ve sakinliği doğumun da kolaylıkla geçeceğine dair inancımı pekiştiriyor.

2.   Hekimimin önerdiği hastanedeki doğumhane ve odaları gezdim. Personelle konuştum. Kısmetse aletsiz, epiduralsiz, normal doğum hayal ettiğimiz için hastane ortamı özellikle önemli. Benim istediğim mahremiyet, güvenlik, konfor sağlanabilecek mi? Tıpkı bir hafiye gibi iz sürdüm, araştırdım.

3.   Rahim ağzının 10 cm’ye varacağı son ana kadar evde vakit  geçirmeyi istediğim için hekimimin önerdiği, işini seven ve doğum sonrasında da destek verecek bir Ebe-Doula ile anlaştım. Elbette herkes bu hizmeti tercih edecek diye bir şey yok... Fakat ben hem doğumun güzel geçmesini hem de lohusalık sürecimi mümkün mertebe iyi yaşamayı istediğim için profesyonel desteğe ihtiyaç duydum. Çünkü zor bir dönem geçirmiştim ve desteğe ihtiyacım vardı. Şanslıyım ki, bunu temin edebilecek durumdayım. Hayatta belki bir kez yaşayacağım bu tecrübenin iyi geçmesini diliyorum.

4.   Kendimi iyi hissettirecek şeyler okudum, izledim, dinledim, birlikte vakit geçirmeyi sevdiğim hamile arkadaşlarımla (hatta hemen hemen aynı gebelik haftasında olduğum, benimle aynı yaşta bir kız arkadaşımla ) dertleştim, spor yaptım.

5.   Endişelendiren, doğumu ve anneliği kutsallaştırıp abartan kimselerle görüşmedim. Ailemden olsalar bile, insanlara hamileliğime dair rapor vermeyi kestiğimde kendimi çok iyi hissettim. Çünkü bebeğim ve kendim için en doğrusunu sadece ben bilirim. Bir sorun olduğunda da o problemi, profesyonellerle paylaşırım.


Yetişkin yaşamlarımız da gerçek gereksinimlerimizi gösteren ipuçlarıyla doludur. Eğer ihtiyaçlarımızın hepsini doyurmak mümkün değilse, onları azaltmayı neden denemiyoruz?
Daha  ilkel olanı hatırlamak bizi doğaya yakınlaştırmaz mı? Doğaya yaklaştıkça ve onun yüceliğine teslim oldukça egomuz törpülenmez mi? 

17 yaşıma kadar evde kendi yaptığım oyuncaklarımla oynamıştım. Liseden döner, odamda yere oturur ve kendi kendime oyuncaklarla konuşurdum. O zaman ailemin garipsediği bu alışkanlığım ergenliğimin en zor zamanlarında kurtarıcım olmuştu. 

Hikaye anlatmayı unutmaz, oyun oynamayı es geçmezsek, sadece çocuğumuz için değil, bizim için de daha iyi bir dünya kurulabilir.

Kitap Önerisi:

Yazıyı sona erdirirken hamilelikle ilgili bir kitap tavsiyesinde bulunmak isterim. Bu kitabı bana doktorum önerdi. Ben de hamilelikle ilgili tek bir kitap önerecek olsam INA MAY GASKIN'in yazdığı "Doğuma Hazırlık Rehberi"ni öneririm. Sinek Sekiz Yayınları tarafından Türkçe'ye kazandırılmış bu yayın Amerikalı bir ebenin derlediği doğum tecrübelerinden ve merak ettiğiniz ayrıntıların yanıtlanmasından oluşuyor.

Bu kitabın herhangi bir sayfasını açıp okumak beni ferahlatıyor. Çünkü her doğumun kendine has yapısını anımsatıyor. Ne kadar çok anne adayı varsa, o kadar çok doğum tecrübesi var. Bunlar inanılmaz hikayeler... Doğanın gücüne güvenmeniz gerektiğini ve sükunetle bebeğin yolu bulmasını beklemeyi öğütleyen tecrübeler...

Film Önerisi:

"Instant Family" evlat edinmek ve aile olmak üzerine basit bir film. Filmin en güzel tarafı durumu romantize etmeden, ebeveyn olmanın sorunlu ve zor yüzünü de komediyle harmanlayarak sergilemesi. Ben izlerken çok ağladım. Muhtemelen hormonal tepkiler yüzünden... Yine de anne- baba olmanın, çocuk yetiştirmenin eğlenceli olmayan yanlarını gösteren film ve dizilerin gittikçe artıyor oluşu, ebeveynlerin yaptıkları hataların tartışılması yüzleşmeye fırsat tanıyor. İyi ki...


Sonraki yazı: Doğuma hazırlık egzersizleri ve doğum esnasında sizi rahatlatacak fikirler...


26 Ocak 2020 Pazar

2. BÖLÜM

DOĞAYA GÜVENMELİSİN

"İnan bana, eğer sana bir tecrübenin canını yakacağı söylenmişse canını yakacaktır. Acının çoğu zihindedir. Eğer bir kadın doğum yapmanın inanılmaz derecede acılı bir deneyim olduğunu benimsemişse (ki bunu annesinden, kardeşlerinden, arkadaşlarından ya da doktorundan duymuş olabilir) o kadın büyük bir ızdırap çekmeye zihinsel olarak hazırlanmıştır." 
                                                                                        STEPHEN KING
                                                                       'Solunum Metodu' adlı öyküsünden



Çıkan kısmın özeti:
40 yaşına girmek üzereyken sürpriz bir gebelikle karşılaşan kahramanımız, bebeği dünyaya getirmeye karar verir ve olaylar gelişir…

 
Yaratılıştaki ahenge inanmak

Daha önce iki doğuma gözlemci olarak girmeme rağmen doğum hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Hala da bildiğimi söyleyemem. Ama hamilelik ve doğuma yaklaşımdaki sorunun neden  kaynaklandığını biliyorum;
"Tabiatın kendinden daha akıllı olduğu fikrini kabul etmek" insana korkutucu geliyor. 

Oysa hayvanlar ne kadar kolay doğurur!!Çünkü onları korkutacak şeyleri televizyondan izlemez, kitaplardan okumaz ve komşularından duymazlar...

İnsanların çok daha kolay yapabileceği şeyler için makinelere güvenmek pek akıl karı görünmüyor.

Türkiye'de sezeryan doğum oranı gittikçe artıyor ve sanırım bu doktorların normal doğum tecrübesizliğinden  çok, gebelerin doğuma dair duyduğu korkudan  kaynaklanıyor.

 Doğum hala gizemlerle dolu bir dünya sunuyor bize. Bunları bilmediği için de korkuyor gebe.

 Oysa doğumu bir çeşit şenlik gibi kutlayan birçok tecrübe dinledim, okudum. Anne rahatlamış ve endişesiz olduğunda çocuğu da rahat bırakıyor ve bebeğin dünyaya gelişi kolaylaşıyor. İşin sırrı sizi destekleyecek bir ortam yaratmak ve onun korunması için kararlı davranmakta yatıyor.

 Elbette ki bu konuda size yardımcı olacak doula (doğum destek uzmanı), ebe ve doktoru da unutmamak lazım.

Doğum destekçilerini bulmak

Ben en büyük rahatlamayı doktorumu bulunca yaşadım. Ama önce ona giden yolda yaşadıklarımı anlatayım...

Gebeliğimi öğrendiğimden beri birçok hekimle görüştüm. Bunlar, farklı fikirlerde insanlardı. İçlerinde gebeliği ve doğumu büyük bir mesele haline getirip kanımı donduranlar oldu. Öyle azarlandım ki, gebe kaldığım için onlardan özür dilememi beklediklerini düşündüm.

Neyse şimdi geçen ayların sadece iyi kısımlarını hatırlamak yanlısıyım. Midyat'taki sürekli hekimimden çok memnundum. Eşi de pilates dersleri aldığım, alanında öğrenmeye açık ve vizyon sahibi bir fizyoterapistti. Zor geçirdiğim anlarda karı-koca imdadıma yetiştiler, beni her şeyin iyi gittiğine ve kolay geçeceğine dair yüreklendirdiler. Bana o kadar iyi geldiler ki, ailemle ilgili bir takım gelişmeler olmasa, doğumu Midyat'ta yapmayı düşünüyordum. Çünkü taşrada hala geleneksel yöntemler uygulanıyor. Kadınlar kendi bedenlerine, ruhlarına ve her şeyden çok tabiatın kudretine  güveniyor. Eğer vücudunuzun gücüne inanıyorsanız doğumu ebelerle evde yapmak daha kolay ve zevkli...

İstanbul'a dönüş durumu ortaya çıktığında yeni bir hekim bulmam gerekti. Ben de hem ebelerle hem doğum destekçileriyle görüşmeye başladım. Uzun yıllardır bedenimi rahatlatmak ve ona şükranlarımı sunmak için 'yoga' yapıyordum. Yoga size bedensel ve ruhsal esneklik sağlar. Doğal doğumu destekleyen birçok yogi vardır. Nitekim yoga eğitmeni bir arkadaşımdan kimlerle görüşeceğime dair destek aldım. Sonra bu görüşmeler ortaya yeni isimler çıkardı. Çok geçmeden doktorumuzu bulmuştum.  Bu konuda kendimi çok şanslı sayıyorum. Çünkü her şeyi konuşabildiğim, doğum için tüm isteklerimi yerine getiren ve bebeğin durumuyla ilgili beni ayrıntılı bilgilendiren bir doktora kavuştum. Sanata meraklı bir bilim insanı olarak sözcüklerini özenli, açıklayıcı seçiyor ve dürüst davranıyor.
Eğer şartlar ve konumunuz müsaade ediyorsa olabildiğince çok doktorla görüşün ve kendi dilinize, ruhunuza en uygununu seçin. Çünkü hayatınız boyunca unutamayacağınız, trans halinde boyutlar arası seyahati bile mümkün kılacak güzellikteki bu deneyimi daha da güzelleştirmek sizin elinizde...


Kendi aile geçmişine bakmak

İçinde bulunduğum koşullardan dolayı hamileliğimi stresli geçirdiğim günler oldu. Fakat o günler de bile bir şekilde karnımdaki bebeğe güvendim. Benden daha çok şey bildiğine ve dünyaya gelmek için direnç gösterdiğine inandım. Bu sayede hiçbir zaman farkına varamadığım güçlü bir tarafımla tanıştım. 

Bir önceki bölümde anlattığım gibi yapayalnız bir hamilelik geçirdim, fakat sanırım bu süreçten kendime olan inancımı tazeleyerek çıktım. Yardım istemem gerektiğinde istedim. Fakat beni eleştiren, yargılayan, kendi hamilelik süreçleriyle kıyaslayarak asla uygulamam gereken tuhaf öğütler veren kimseyi dinlemedim. Bu kişiler ailemden olsa bile... 

Yaş almanın birçok iyi yanı var... 

Zamanın değerini anlıyorsunuz, eğer kendinizi en yakın dostunuz olarak görüyorsanız özünüze olan sadakatiniz artıyor…

Ne yaşadıysanız yüzünüzden ‘şıp’ diye okunuyor. 

Benim en sevdiğim kısmı ise şu, kimsenin demesine gerek kalmadan, kendinizi onaylama ve alkışlama mekanizmasını kuvvetlendiriyorsunuz. Hatta ayın belli günlerini “Aferin Kızıma!” deme günü ilan ediyorsunuz. Ben bunu on yıldır uyguluyorum.'Aferin kızıma' günlerinde kendimi ödüllendiriyorum ve beni en çok mutlu eden aktivitelerle zamanımı geçiriyorum. Kendimin en yakın dostu olmaya gayret ediyorum.

Sadece başarılı olduğumda alkışlanan bir çocuktum. İnsanların beni sevmeleri için hep derslerimde derece almam gerektiğini düşünerek büyüdüm ki, bu omuzlarımda ağır bir yük yaratıyordu. 90’lar başlarken Basınköy Ortaokulu’nda okuduğum yıllar kayıp gibidir, mesela benim için. Okul birincisi olabilmek için uykusuz kalınan geceler, hırsla dökülen gözyaşları… Sevdiğin şeylerden uzak kalmak… 
Hatırlıyorum da sınavlara çalışmaktan müzik dinleyecek, spora gidecek hatta kitap okuyacak vakit bulamazdım. 
Ebeveynlerim çok erken yaşta çocuk sahibi olmuşlardı ve kendi ailelerinden gördükleri alışkanlıkları devam ettiriyorlardı. Göçmendiler, bu yeni ülkede bir iz bırakmak çabasındaydılar. Benim başarılı olmamı istemelerini anlıyorum. Eminim sağlığımı hiçe sayacak kadar çok çalışmamı istemiyorlardı. Ölçüyü kaçırdığımda, diyelim bir sınavdan düşük bir not aldığım için tepinerek saatlerce ağlayıp yemek yemeyi kestiğimde benim için çok üzülürlerdi.  

 Bugün azimli ve pes etmeyen biri olmamda o yılların etkisi büyük şüphesiz. Yine de çocuk gelişimi konusunda yaptıkları hataları 10  yıldır net biçimde görüyorum. Psikanaliz sayesinde bunlarla yüzleşiyorum. Hamilelik sürecimde aile geçmişimle sıkı bir hesaplaşma içine gireceğimden habersizdim. Neyse ki hekimim bunun hamilelerde sıkça rastlanan bir süreç olduğu konusunda beni rahatlattı. Acil bir çözüm beklemek saçma. Yardım istemekte sakınca yok. Eğer zor günler geçiriyorsanız , sizi anlayan bir arkadaşınızdan (gebe olsun olmasın) yardım isteyin. Her şeyi telk başınıza başarmaya kalkmayın!.Lütfen, hamile kalmayan kadınlar halinizi anlamaz safsatasına sakın kendinizi kaptırmayın!  Ben en önemli destekleri hiç doğum yapmamış arkadaşlarımdan aldım. Doğum yapmış arkadaşlarım beni eleştirmek ve kendi hatalarını anlatıp üzülmekle meşgulken , hiç gebe kalmamış arkadaşlarım daha anlayışla yaklaşabildiler. Burada yine aynı ana fikre dönüyoruz;
"Bir insanın yaşam tercihlerini ve iyi niyetini belirleyen tecrübelerinden damıttıklarıdır." Herkes zorluk yaşıyor, ama herkes o zorlukları aynı bilgelikle aşamıyor.

Hamile destek gurubu

Çocuk gelişimi hakkında okuduğum kitaplar bendeki hataları farketmemi sağladı. Bunları gördükçe büyük üzüntü duydum. Hem kendi çocukluğumu pamuklara sarmak istedim hem de bir an önce etrafı temizleyip bebeğime kendimdeki marazları aktarmamak istedim. Bu hızla gerçekleşecek bir şifalanma değil elbette. Hemen her gün çocuğunuza karşı davranışlarınızı gözlem altında tutarak geçeceğiniz bir tünel. Belki de sonu görünmüyor. Muvaffak olma şansı oldukça düşük. 

Çünkü tertemiz ve masum bir kalbi kirleten yetişkinlerdir. Çocuk dünyanın pisliğini ne bilsin?

Zorlu koşullarla karşılaşsam bile denemeye devam ederim. Fakat aynanın diğer tarafı da var.  Zorluklarla karşılaşma sıklığı, kolay gelen bir başarının ya da hediyenin de değerli olabileceğini kabul etmenizi engeller. Hayır demeniz zorlaşır. Yük taşımaktan şikayet etmezsiniz. Bu da bu durumu bilerek ya da bilmeyerek suistimal etmek isteyenlerin sizden faydalanmasına fırsat tanır.
 En büyük sınavlardan biridir bu... 
Zorlukların yüreğini katılaştırmasına ve heyecanını söndürmesine izin vermeyeceksin! 

Birkaç gün önce Midyat'tan döndüm. Oradaki evi kapatmak; bir yıldır oluşan düzeni dağıtmak yorucuydu. Ama İstanbul'a geldikten sonra artık tüm vaktimi doğum hazırlığı için vermek beni mutlu etti. Hamile yogasına ve fizik egzersizlerine başlamak, vücudu doğum ve doğum sonrası için hazırlamak ve bu sayede daha çok gebeyle fikir paylaşımında bulunmak...

Sizinle benzer bir süreçten geçen insanlarla bir arada olmak, kendinize dışarıdan bakmanızı sağlıyor. Onlarca deneyim, hepimizin kendimize has ve biricik olduğumuzu hatırlatıyor. Yaratılışımıza güvenmemizi, kadın bedeninin her şeyi bildiğini ve çözebileceğini söylüyor.


GELECEK BÖLÜM:

Bebek beklerken hiç beklemediğiniz şeyler...


18 Ocak 2020 Cumartesi

GEBELİK EĞİTİMİ

"Yalnızlığı öğren, çünkü en çok ona ihtiyacın olacak. Seçilmiş bir yalnızlık insanın sahip olacağı en büyük lükstür."                                                                                                      Charles Bukowski


 Geride bıraktığımız güz başında, yani bundan beş ay kadar önce, hamile kaldığımı öğrendim. Bu sürpriz gebelik tam da 40. yaşıma merhaba demek üzereyken başıma geldi ve beni ne yapacağımı bilmez bir durumda bıraktı. Heyhat,ben mevzuya ayana kadar gebelik  ilerleyivermişti. Acil karar almak durumundaydım.

Bu yaşıma dek hiç gebe kalmamıştım. Önceleri bu tercihimi, eğitim ve iş hayatında aktif olma tutkumla ilişkilendiriyordum. Fakat 11 yıl önce psikanaliz ve terapi çalışmalarına başladığımda başka bir şey farkettim. Çocukluğuma dair bilinçaltına ittiğim birçok korkuyla yüzleşmeye başladığımdan beri çocuk sahibi olmanın pek de iyi bir fikir olmadığını düşünmeye başlamıştım.

Çocuk doğurmaya nasıl karar verdim?

 Bir kere ister istemez, kendi ebeveynlerimin  üzerimde uyguladığı eğitimin kalıntılarını çocuğa aktaracaktım. Sevgi ve şefkat kisvesi altında çocuğu sarsacaktım. İkincisi, zaten iliklerime işlemiş 'daimi suçluluk duygusu'  anne olunca katmerlenecek, yaptığım hiçbir şey bana yeterli gelmeyecek ve endişelerimle  çocuğun yüzeceği suları da bulandıracaktım. 

Diğer yandan bir insanın büyüdüğünü görmenin heyecanı ve onunla hayata bir kez daha başka gözlüklerle bakma tecrübesi, bana çok cazip görünüyordu. Bu yaşıma kadar istediğim okullarda okumuş, mesleğimde tatmin yaşamış, hayallerimi gerçekleştirmiş, az çok dünyayı gezmiş ve türlü maceraya doymuştum. İçimde kalan bir hedef yahut arzu yoktu. Elbette aktör ve yazar olarak yetkin ürünler vermek ve istikrarla yola devam etmek istiyordum ama mesleğimde geçirdiğim yıllar, onu pratik biçimde icra etmenin yollarını öğretmişti. Birkaç işi bir arada yürütme deneyimini pekiştirmiştim.

Arkadaşlarımın çocuk büyütme serüvenlerine tanıklık ettikçe çocuk bakımının göz korkutucu bir şey olmadığını düşünür olmuştum. Asıl kaygı yaratan onun karakterini şekillendirirken nasıl bir kılavuz olacağımdı.

Her ne olursa olsun alacağım karar bencilce olacaktı. Partnerim bu kararı bana bıraktı. Ben de kafamdaki türlü soruyu eledim. Hiç kimse yanımda olmasa bile tek başıma bir çocuğa  sevgi, güven ve sıcak bir yuva ile iyi bir eğitim sağlamak üzere tüm yaşamımı en baştan düzenlemeye hazır mıydım? Birkaç gün boyunca kafamda bu soruyla dolaştım. Zira ne ailem ne de arkadaşlarım (bir tanesi hariç) çocuk doğurmam konusunda hevesliydi. Onlar dünyaya bir çocuk getirme sorumluluğunun ağırlığından dem vurup bununla başa  çıkamayacağımı  düşündüklerini söylemişlerdi bile.

Sonuçta kafamdaki soruya verdiğim yanıt "EVET" oldu. Her ne olursa olsun bununla tek başıma bile başa çıkabilme sözünü kendime veriyordum. Bir karar almak benim için zordur, o kararı aldıktan sonra şikayet edip geri vitese takmayı da sevmem. 

İş hayatında aktif bir hamile 
ya da 
 Hamilelik hastalık değildir

Yine de kararımı verip ailemle ve partnerimle paylaştıktan sonra işler  kolaylaşmadı. Oysa başlangıçta her şey rüya gibiydi... 

Mistik biçimde bebeğin dünyaya gelme çabasının ve tüm bu süre zarfında geçirdiğim kazalara rağmen zarar görmeden, hayatta kalma çgayretinin uhrevi bir bağlantısı olduğunu düşünmek istedim. O, bir mucizeydi!
Dünyaya gelmeyi çok istiyordu. 
Periler gibi kendi masalını yazıyordu. 
Annesi ve babasından ayrı bir varlık olarak yolunu çizmeye henüz anne karnındayken başlamıştı.
 İşte böyle düşündüğüm bir, iki hafta boyunca her sorun önemsiz göründü. Hayat ışık demetleriyle bezeli, yaldızlı kağıtlarla sarılı paketler çıkardı karşıma. Kendini masallarla kandırdıkça yaşam ne de güzel akıyordu...

Partnerimle ufak bir törenle evlendik. Bebeği büyütmek için ortak bir yolda yürümeye ve hayal kurmaya söz verdik. Çalıştığım iş yerinde yani yapım şirketindeki patronum  hamilelik haberimi anlayışla ve mutlulukla karşıladı. Çalışan bir gebe olma isteğime destek verdi. 

Her şey yoluna girmiş gibiydi. 

Yazı da kışı da zor bir coğrafyada gebelik geçirmek önceleri beni düşündürmedi değil. Bir TV dizisi çekimleri nedeniyle Midyat'ta yaşıyordum. Yeni kitabım raflara çıkmıştı ve tanıtımı için kitap fuarlarında imza günlerine katılmam gerekiyordu. Bu yoğun tempoda hamilelik nasıl sürecekti? 

Pek kolay olmadığını itiraf etmek zorundayım. İstanbul gibi yaşlı, hamile, engelli ve çocuk sevmeyen bir şehir yerine küçük bir şehirde olmanın elbette ki çok avantajı vardı. Midyat'ta geç gebelik yaşayan birçok kadın var. Hatta Mezopotamya'da ileri yaşta gebelik, sık rastlanan bir durum. İstanbul'da olsam gebeliğime bir sürü mana yükleyip durumu abartacak çılgın  kalabalıktan uzakta olmak beni rahatlamıştı. Kaldı ki, haberleşme araçlarıyla hamilelik hakkında ben sormadan fikir beyanında bulunmaya meraklı bir sürü kişi bana ulaşabiliyorken Midyat'ta kayıplara karışmak da kolaydı.

Ah, işte bu noktada en sevdiğim bölüme geliyoruz. Her kafadan çıkan ayrı ses... Bölüm başlığı olabilir pekala...
Farkında mısınız bilmiyorum ama, çocuk gelişimi üzerine tavsiye vermeye meraklı ne çok insan var... Aslında her konuda akıl vermeye meraklı ne çok insan var! Ben fikrini sormasam da, mutlaka beyin yakıcı bir tavsiyede bulunmak için yanıp tutuşan insanlar... Anneliği ve hamileliği kainatın en büyük kara deliği olarak görenler... Çözümlenmesi zor bir sürü denklemi önünüze koyanlar...
Beyninize karanlık düşünceler zerk edip evine dönüp keyifle uykuya dalanlar...

Böyle bir güruh hayatımı işgal etmek üzereydi. Hemen bir önlem almalıydım!


Seçilmiş yalnızlık

İşte o zaman, hamileliğimi yalnız geçirme kararı aldım. 

Kendi mutsuz çocuk yetiştirme deneyimlerine rağmen bana ne yiyeceğim, ne giyeceğim, ne dinleyeceğim, ne okumayacağım (kitap okuyan kadınlar mutsuz olurlar kızım, çok okumak kafanı bozuyor senin, bırak okuma! diyen mi istersiniz herkesi kendi düşünce sistemiyle yargılayan mı?) , ne çalışmayacağım, hangi egzersizi yapıp yapmayacağım hakkında ders vermeye girişenler...

Komik olan şu ki, ben fikrini sormadan laf yetiştiren bu güruh, sanki bizim bilmediğimiz bir evrende var olan 'Uluslararası Annelik Enstitüsü'nden yüksek doktora ile mezun olmuş gibi davranıyordu. Görünmez diplomalarıyla "Anne" olmanın inceliklerini anlatmak onlar için nasıl bir tatmin kaynağıydı? Bir türlü anlayamıyordum. Diplomaları ve uzmanlıkları sabit olan, kendi hekimime ve spor eğitmenim sessiz kalırken güruh konuşmaya pek meraklıydı. Hekimim ve spor eğitmenim, onlar ki mevcut diplomalarına rağmen, bana asla bir konuda akıl vermeye girişmediler. Ben sormadıkça tavsiyede bulunmadılar. Her daim moral verdiler ve sadece işlerini yaptılar. Eleştirmediler de onaylamadılar da... Olması gerektiği gibi...

Hayatıma yavaş yavaş sızan bu güruhun çabaları genellikle bana komik geldiği için, onlara çoğu zaman kahkaha ile; özel hayat haklarımı ihlal ettiklerini düşündüğümde ise tavrımı ve mesafemi net biçimde koyarak karşılık verdim. Telefonlarına çıkmadım, yüz yüze görüştüğümüzde düşüncelerini kendilerine saklamaları gerektiğini dile getirdim. 

40 yaşıma gelmiştim. Özel hayatımda türlü kalp kırıklığı yaşamış ve de iş hayatında insafsız bir ormanda, yırtıcı hayvanlarla çarpışarak ayakta kalmış, tonlarca deneyim kazanmıştım. Kararlarıma kimsenin karışma hakkı olmadığını bilecek kadar yaşamıştım yani... 

İsterdim ki, size yalnız bir hamileliğin rahat ve huzurlu geçtiğini yazayım. Hayır, sandığım kadar rahat geçmedi... 

Bir kere duygu durumum allak bullaktı. Ama bunu paylaşacak kimsem yoktu. Çünkü eşim ciddi bir rahatsızlıkla boğuşmaya başlamıştı ve tedavisi yüzünden şehir dışında olmak zorundaydı. 
Bense Midyat'taydım. Hamileliğimin iş yerimde sorun yaratmaması için iki kat daha dikkatli olmak, ekibi yavaşlatmamak için azami özeni göstermek zorunda hissediyordum kendimi. Ama tüm bunlar olurken gel gitli ruh hallerimi paylaşamazdım. Çünkü bir bakıma paylaşmak, mahreminize müdahale fırsatı doğurur.

İçimde büyüyen oldukça hareketli taklacı bir kumru vardı. O kumruyu çok bilmiş güruhtan korumak dert değildi de... Kim bilir, belki  O'na en büyük zararı ben verebilirdim. O' nu kendimden korumayı nasıl öğrenecektim?



GELECEK BÖLÜM:

Çalışan bir gebe olmanın zorlukları 

ve 

Doğum için hazırlanma süreci


*** Fotoğraf İstanbul Oyuncak Müzesi'nde çekilmiştir.