26 Aralık 2017 Salı

En son gidenler

Sanıyorum o, biraz geçmişe kızgındı. Onu terk eden kadınlara, aldatılışına... En çok da kendine... Olur olmadık zamanlarda; mesela bir parkta yürüyüşe çıkmışken, bir dost evinde çay içerken, maç izlerken filan öfkesi alevlenir ve beni terslerdi. Önceleri kırılırdım bu yaptığına. Sonra gülmeyi öğrendim. Yine de başından beri, onu umursuyor görünmek için kendimle acıklı bir mücadeleye girişmiştim. Onun için üzülüyordum. İnatçılığının ve bıkkınlığının değişmeyeceğini seziyordum. 

Niye ayrılmadın o adamın yanından diyeceksiniz? Yorulmuştum... Kendi yörüngemde kalma isteğim eski arkadaşlarım tarafından 'davadan vazgeçmiş' gibi algılanmama sebep oluyordu. Bir yere varmıştım; burada kimse ile işim yoktu. Artık tabiat, toprak ana, düşlerim vardı. Yeni bir dünya... O sıralar daha çok, bir bulutun üzerinde göğün derinliklerine doğru süzülüyormuş gibi hissediyordum. Boşvermişlik gibi değil de... Pek kimselere ilişmemek ister gibi, diyelim. Mayın tarlalarından geçip türlü muharebeden sağ çıkmışsanız; kendinizi yedi ayrı alemde kovalayıp durmuş da hepsinin bir yansımadan ibaret olduğunu kavramışsanız... Zahir olana teslim olmuşsanız... Siz istemeseniz de biri gelip sizi bulduğunda, ısrarla kucağınıza yerleşmek istediğinde... Ne yaparsınız? 

Fuad ile birlikte olacaksam hem eski günleri taşımayı öğrenmem hem de bu yeni halimi kaybetmemem gerekiyordu. Bilen bilir, doğuştan tutarsız biriyim. Hem ak hem kara olsun; neşe ve keder kol kola yürüsün isterim. Ama kendime ait bir dengem vardır. Tüm çelişkili  zevklerimi yün iplikleri ile birbirine bağlamışım ben. 

Fuad hep bir başkası sayesinde nefes alanlardandı. Asalak demek istemem, ama aşkla beslendiğine inanan adamlardandı. Kaç kez yüzüne söyledim, senin aşktan anladığınla benimki bir değil. "Kimseninki bir değil kızım!" diye cevabımı yapıştırırdı. Zamanlaması iyiydi. Lafı gediğine koymakla mevzuyu kapatmayı tercih edenlerden. Susardım. Karşı çıkacaksam onla işim neydi? Fuad'ın yanında kalırsam mağaralardan uzak duracak, hep eski bir hayale tutuklu yaşayacaktım. 


Bir yarıktı burası. Ben geçmişi omuzlarımdan attığımda Fuad'ı da bırakacaktım. Bunu ikimiz de biliyorduk. Ama olmayacakmış gibi davranıyorduk. Aynı anda üç dört kadınla birden flört etmesine ses çıkarmayışım gibi... Her konuda yüzeysel olan bilgi dağarcığına rağmen, ona bir akademisyenden çok bir alim gibi davranırdım. "Sen hayran olursan diğerleri ağızları açık koşar peşimden" derdi. Benim fikirlerime duyduğu saygıdan çok, nasıl pazarlandığı ile ilgilenmesindendi.

Bu dünyaya çabucak gelmek için telaşa kapılmış bir velet olmama rağmen, bir hikaye bitmişse ilk sıvışanlardan olmuşumdur ben. Şimdi Fuad'ın hayatında 'en son giden' olmak işime mi geliyordu? Madem bu eski bedenle yeni ruhu birbirine eşleyemiyorum; yeni bir oyun düzenine ihtiyacım var, diye düşündüm. Fuad'ın seveceği birini bulmalı, onu Fuad'a hazırlamalı. Fuad aşka düştüğünü sanmalı. Yeniden gençleştiğine inanmalı. Birini bulacak Fuad'a hayranlık duymasını sağlayacak, sonra 'en eski yüzüme elveda' diyecektim.




17 Aralık 2017 Pazar

Umudun mahmuzu dokunsa ya bana

"Sevdiği bilginin kendisi değildi aslında; onun aldığı biçimi, yansıyan suretini seviyordu. Bir kitabı seviyordu çünki o bir kitaptı; kokusunu, ismini seviyordu onun. Bir elyazmasının silinmeye yüz tutmuş tarihini seviyordu, o garip, yabancı, gotik harflerini, çizimlerini cömertçe dolduran yaldızlarını, tatlı ve yumuşak rahiyasını mutlulukla içine çektiği tozla kaplanmış yapraklarını seviyordu."
Gustave Flaubert, Bibliyomani, Sel Yayıncılık

 Tuhaf mahluklardan sadece biri

I.

“Japon balığı solucanların üremesini engeller. Eğer avlanırken fazla yeme ihtiyacın olacaksa, onları uzaklaştırsan iyi edersin.” dedi Leyla. Okuldayken öğrencilerievdeyken ben, mutlaka biri boyunun ölçüsünü alsın diye uğraşırdı bu kadıncağız.

“Sana soran oldu mu?” diye çıkıştım. 

“Babamın garajdan çıkıp seninle gelmesini sağlamalısın Behzat. Bütün gün o kaynak makinesi ile ne yapıyor anlamış değilim.” Her konuda fikir beyan etmekten gocunmayan büyük ablam Gül, bunları söyledikten sonra, mutfak muşambasına mama bulamakla meşgul bebeğinin ağzını tıkamaktan geri durmadı. Ana oğul sanki evdeki tüm yemekleri herkesten önce silip süpürmeleri gerekiyormuş gibi hızlı hareket ediyordulardı.

Kadın milletine ait bütün uyuz huylar bizim damın altında bir araya gelmişti sanki. Leyla, Gül ve en küçük ablam, hayalet Nisa yalnızken bir nebze çekilir oluyorlardı. Ama bir arada olunca onları sevemiyordum. Bir kere bilgiçlik taslamak pek hoşlarına giderdi. Ayık gezdiğim nadir günlerden birinde içlerinden birinin ağzını burnunu kırmak arzusu ile doldum. Kim olduğunu hemen söylemeyeceğim, katil uşağı hikayenin sonuna dek saklamaya kararlıyım. 

Aciz bir albatrosa benzetirdi annem beni, hep aynı duvarlara çarpa çarpa körleşmiş bir kuşa... Hepimiz bu eve kısılıp kalmış gibiydik. Dışarı bir amaçla çıkan tek kişi, üç durak ötedeki lisede resim dersi veren Leyla idi. Bu bile ondan ölesiye nefret etmem için yeterli sebepti. Bir de üzerine hep aynı mavra, ana babayı suçlama...
 
“Annemle babamdan alacaklıyız. Tüm hayatımızın bu hale gelmesinin sorum
lusu onlar.”derdi. Ebeveynlerini suçlayan sonra da kendini yargılayan çocuklardık biz. 

Bu üçüne dayanamıyordum, koşup kitaplarıma sarılıyordum. Bu dünyada varsa yoksa kitaplarım, içlerine dalıp kaybolduğum derin ormanlarım...



"İnsan şu hayatta öylesine kötü günlerde, öylesine uğursuz zamanlarla sınanır ki, kime lanet okuyacağını bilemeyip göğe doğru haykırır. İnsanlar kadere kötü günlerde inanırlar." 
G.Flaubert, Bibliyomani