11 Mayıs 2017 Perşembe

MUCİZELERİN KESKİN UCU



Bazı yüzler göründüklerinden daha açık seçik olurlar. Kederle kahkahayı bir arada yansıtma yeteneğine doğuştan sahip olurlar. Sinema böyle yüzler içindir. Nimet böyle yüzleri hep kıskandı. Kendisi bir göz yaşı ve bir gülücük için, yüzündeki yirmi kasın her birini ayrı ayrı çalıştırmayı öğrenmek için yıllarını verdi.


“Yeni bir şeyler var mı?”

En haz etmediği soru cenazede de karşısına çıkınca Nimet kaçacak delik aradı. Oysa bir aktris için görünmek her şeydir. Kim olduğunuzdan çok, nasıl ve ne sıklıkta göründüğünüz önemlidir.

Merhum Ferzin Sahir’in hayal artıklarını toplamak üzere cami avlusunda toplanmış olanlar arasında en cazibelisi Nimet’ti. Üzerinde sponsor giyim firmasından henüz aldığı sportif şıklık taşıyan kılığı ile cenazenin gösterişli simalarındandı. Uzun ceketini bir davette giymek sözüyle modacısından koparabilmişti. Bu cenaze de bir çeşit davet değil miydi?

Nimet tedirgindi. Azer Deniz ile Mahbube Vadim bundan önceki cenazede sergiledikleri içli performans sayesinde, iki filmdeki kıdemli rollere yatmıştı. Öyleyse Nimet Bulunmaz’ın da AVM’lerde paparazzi peşinde koşmak yerine; burada kendini göstermesinden daha doğal ne olabilirdi. Kalın çerçeveli siyah gözlüklerini çıkardı. Beyinlerini yıkamak için tanıdık işverenlerin konuşlandığı çardağa doğru yürüdü.

Nimet Bulunmaz, katıldığı bir yarışmada sinema güzeli seçilip aventürlerle yola başlamıştı. Ne meydanlarda sendikacılarla kol kola yürüyen solcu yıldızlar gibi politik bilinci vardı ne de özel bir sinema yüzü... Sadece güzeldi. Güzelliğinin de bir gün yetersiz kalacağını daha başlangıçta sezdi. İlk filmi “Ses ver Yüreğim”in gösterime girmesinin ardından on beş ay boyunca hiç iş teklifi almadı.

Nafile bir çaba ile menajer büroları ile yapım tezgahları arasında mekik dokuyordu. Sonunda telli babalara gitmekten yoruldu. Herkese akıl vermeye pek meraklı katana Ena’nın aklına uydu. Elmacık kemikleri iyi ışık almıyor, karga burnunun alnına oranı perdede iyi durmuyordu. Soluğu ameliyat masasında aldı. Önce yüzünü törpületti. Sonra kemikleri yontuldu ve nihayet tüm boşlukları doldurttu. Nimet Bulunmaz kendini baştan tasarladı.

Beyazcamın hükümranlığını ilan etmesiyle yedinci sanatın altın yıllarının bittiği iddia edilir. Nimet Bulunmaz, bu safsatalara güler geçerdi. Rüyaların da onları üreten fabrikaların da çapaksız olacağını ifade eden kimseye metelik vermezdi. Her şeyin bir zamanı vardır. Bir tek şey hariç! Sinema, zamanla ilgili değildir. Para ile ilgilidir. Tüm o güzel kostümler, arabalar, evler, aşklar... Parlak ve ihtişamlı olan her şey sermayenindir. Sermayeyi eleştiren küçük bütçeli filmler bile sermayenindir. Eskiyen ne varsa; baharlara bulanıp bankerlerle ve kredilerle donanıp taptaze geri döner. Çingene mahallesinde büyümüş bir kızcağızdan başka ne düşünmesini beklersiniz. Nimet hiç bir zaman adalete inanmayacaktı. Mucizeler olurdu olmasına da, bir uçları mutlaka derinizi keserdi.

Nimet Bulunmaz’ın kariyerini karizmasına borçlu olduğu sanılırdı. Oysa o minyatür elektrotlar olmasa bir hiçti. Kendi isteklerini sanki başkalarının şahsi arzularıymış gibi onlara kabul ettirmesini öğrendi. Hipnozdan mikrodalgaya tüm zihin yönetme işlemlerini çalıştı. Herkes yalan söyler. Nimet gibilerin farkı, yalanları onun değil de sizin uydurduğunuzu, düşünmenizi sağlamalarıdır. Nimet'in hiç dostu olmadı. Ama büyük bir aşk yaşadı. Dillere destan olanlarından. Halil Anason, şiirli konuşan, buza yatmayı çamura yatmaya yeğ tutan bir sinemacıydı. Her kesimden dostu vardı. Nimet onun bir sözünü aldı sür manşetin altına spot attı.

 “Sanki herkes yas içinde. Bu gaddar girdapta boşuna yolculuk. Suskunluklar ülkesinde, küçük rütbeli ayıları izle. Takma kafanı, bu bizimki yalandan solculuk!”


Jardin Majorelle , Marrakech 2014