11 Haziran 2015 Perşembe

Yemek Ara'larına Son!


Hayatım öğle yemeği aralarına sıkışmış gibi. Ne yaparsam yapayım ana rollerde hep lisedeki kuru kalabalık yer alıyor. Sanki menüde sümüklü bamyaların servis edildiği berbat bir Salı günü lise yemekhanesinden içeri giriyorum ve kuyrukta birbirlerine sağlıklı yaşam tarifleri veren süper dominant Bircanla Şencanı görüyorum. Evlenmeden önceki yaşam sürelerini daha iyi bir av bulmak için bir tür test sürüşü gibi değerlendirip, nikah defterine imza attıktan sonra tüm şuurunu yitiren arkadaşlarım, bunlar işte. Bugün ne kadar steril, ahlaklı ve ucuz AVM geyiği varsa onlardan öğrenebilirsiniz. Muhtemelen son cümleleri de, hayatın tüm sırlarına vakıf olan anneler kulübüne bir türlü katılamayan benim gibi fanilere ne kadar acıdıkları, ile ilgili olacak.

Yürümeye devam ediyorum...
Cancanların hemen ilerisinde, her sınava köpekler gibi çalışıp bunu inkar eden ve sağ omzuna saldığı örgü peliği ile çok havalı görünüp sınıftaki inekliğini perdeleyebileceğini sanan saf Nermin duruyor. Yanına gidip onu sarsmak istiyorum,
Aloo, buradaki en rüküş kadın sensin çünkü o kadar ressam adını, sadece şu sinir bozucu yerde entel görünüp bir sıfata sahip olmak için öğrendiğin gün gibi ortada! İnan bana, yapışkanı yalama olmuş bir yara bandı gibi duran sarkık etekliğini çıkarıp yalancılığını bir kenara bıraksan daha kendin gibi olursun ve böylece yıllardır peşinde olduğun okulun çakma şair çocuğu Özkanın da dikkatini çekebilirsin ha!
Yok, diyemiyorum... Eminim Nermin ömrü boyunca girdiği tüm sınavlardan yüz alacak ama o çok istediği Boğaziçi İşletme mezunu titri ve bir türlü oturtamadığı saç modeli ile ressam adlarını karıştırmaya devam edecek. Onun başka versiyonu bir hatun da gelip bizim ofiste en manzaralı odaya kurulacak. Ardından tuvalet sohbetlerinde ne meşhur bir sanat çevresine sahip olduğu ile övünerek aklınca bizi ezikleyecek.

Lisedeki yemek kuyruğu sanki hiç ilerlemiyor ama ben, ha gayret, bir iki adım daha atıyorum...

Aman Allahım, sakın üzerime sıçramasın, post- çevreci İdil değil mi o?! Afrikanın kadersiz bengalleri ve Antarktikanın kör fokları için para toplayan, bu esnada yerelliği de elden bırakmayıp Hasankeyf sular altında kalmasın diye kendini paralayan İdil, çevresinde biriken ekürileri ile okul aile birliğine darbe girişimi planlıyor. Yemek sırasının en önünde durmuş, daha özgür bir eğitim hayatı için başlatacakları imza kampanyasını örgütleyişini imrenerek izliyorum. Neden sonra İdilin bana yönelen kısık bakışlarından anlıyorum ki, onlara bakarken dişlerimi fazla göstermiş olmalıyım. Yok valla, böylesine hiç bulaşmak istemem.

Sanki öğle yemeği arası koskoca bir zaman tüneline düşüyor. Feleğim şaşıyor.
Kullanım kılavuzumu ele geçirmiş de tüm hayalperestliğimin koca bir kabuk olduğunu anlamış gibi duran Vedat bana sırasını veriyor da İdil ve şürekasından biraz uzaklaşabiliyorum neyse ki...

Biraz sonra bir uğultu yükseliyor. Yemek kuyruğundaki kızlar donup kalmış gibi görünüyor. Çünkü içeri basketbol takımının kaptanı Semih girmiş ve salyalarını silen hatunlara kırıtmakla meşgul kendisi. Beni her gördüğünde düşük omuzlarım, çarpık bacaklarım ve felaket karikatürlerimler dalga geçtiğini bildiğimden fark etmesin diye kafamı çeviriyorum. Nafile bu kez de formamın altına giydiğim Sepultura tişörtüme dil uzatıyor. Üzerinde sahte Shaq dövmeleri bulunan biri tarafından özenti olarak yaftalanmak da ayrı bir zevk tahmin edersiniz.

Artık yeter! Gözümde gittikçe uzayan yemek kuyruğunu es geçip kantinde satılan patates kızartmasını ve goralıyı tırtıklamaya karar veriyorum. Ama hayır bugün şanslı günüm değil tabi ki, işte geçen yıl tüm yemek aralarında bahçedeki ağacın altına oturup Evil Dead ve Kujo konuştuğumuz ilk karın ağrım Metin orada yeni gözdesi Gülşah ile takılıyor. Yok artık, benim rüyalarıma girmesine neden olan Lovecraftları bu kazulet kıza veriyor olamaz değil mi? Acı gerçek yavrum, beyinlerindeki gri hücre eksikliğinden bu salak herifler, bir dişide işe yarayan numaranın hemen hepsinde çalışacağına inanır.

İştahım kapanıyor!
Merdivenlere yöneliyorum. Masa tenisinin önünden geçerken okula yeni gelmiş bir Suriyeli çocuğu sıkıştıran vandallara rastlıyorum. Bunlar da son seçimlerde ortaya çıkan oy dağılımının ülkeyi kaosa sürükleyeceğini iddia eden felaket tellalları. Çalıştığım medya plazanın kafeteryasına konuşlanıp sabah akşam dövizdeki dalgalanmalardan söz edip kendileri gibi görmedikleri diğer ırkları aşağılayan amip kırıntıları ile aynı familyadanlar yani...

Nihayet okul bahçesine çıkıyorum, ancak bana doğru yaklaşan tehlikeyi çok geç fark ediyorum. Yumurta topuklu ayakkabılarıyla gri paspal paçalarını sürükleyen dangoz okul müdürüm giriş kapısının yanındaki duvara astığımız okul gazetesindeki son yazımın hesabını soracakmış gibi görünüyor. Sürekli beni okuldan atmakla tehdit ederek orta öğretim başarı puanımı baltalamaya çalışan müdür Kemal de bugün itibarıyla, tazminatımı elime tutuşturmadan beni kapı önüne koymaya meraklı embesil patronumun bir kopyası olarak önümde dikiliyor.

Bu bir Diablo Cody filmi olsaydı, hikayeye feminist esanslar katmak için karakterim herkese küfür edip posta koyduktan sonra bir kenara yığılıp kendi haline acır; sonra da efkarını dindirmek için çılgın bir seyahate falan çıkardı. Ya da diyelim doksanların yönsüz kadınlarıyla dalga geçen bir Atıf Yılmaz filmi olsaydı, kafası karışık karakterim pespaye hayatını iplemez, inadına önüne yasak diye konulan yola sapardı.

Heyhat, ortada ne yasak bir yol ne profilime koyacak egzotik bir yemek ya da kendime avatar yapacak ateşli bir dansçı keşfinin yer aldığı bir yolculuk var. Çapsızım işte.

Artık yemek aralarına çıkmak istemiyorum.

Bu aralar ve onu dolduran insanlar, hep birbirine benziyor sanki. Film içinde filmin döndüğü kabuslar gibi... Evde hazırladığı öğle yemeğiyle okulun arkasındaki kömürlükte takılan tuhaf kız olmaya devam ediyorum her seferinde. Ya  da ofiste masamın başında kalıyor ve kendimi yemek sepetinden ısmarladığım büyük boy bir pizzayla, bol vişneli bir çikolatalı pastanın içine gömülürken buluyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder