Bilinmeyen bir yerde tuhaf bir zamanda bir çatı katındaki teras... Bir
kadın yalnız başına ay banyosu yapıyor. Derken terasın kapısı aralanıyor. Ama
kadın bunu duymuyor bile... Neden sonra yanına yaklaşan karaltının farkına
varıyor. Ufak bir çığlıkla yanındaki adamın farkına varıyor.
“Korkacak bir
şey yok, benim.” diyor adam.
“Yatmadın mı sen?” diye soruyor kadın.
“Sıkıldım. Her gün aynı şey. Yat, uyu, uyan... Sen ne yapıyorsun ayakta?”
“ Uyuyamadım. Biraz kitap okuyayım dedim.”
“Ben senin yerine seçeyim mi bir tane?”
Omuz silkiyor kadın.
“Niye karanlıkta oturuyorsun?” diye soruyor.
“Aydınlık asabımı bozuyor. Nasıl bir kitap istersin? Aşk, polisiye,
kırmızı, mavi?”
“Rengine göre kitap mı?”
“Neden olmasın? Tüm kitapların içeriği aynı. İlişki, çatışma, engel, sır...
(adam içeri gider ve elinde bir kitapla
geri döner) Bu nasıl? “Ruh Göçü: Ölümden
Sonra Yeni Bir Hayat Mümkün mü?” Bu, bir an önce uyumanı sağlar bence.”
Kadın derin bir nefes alıp, terası terk etmek üzere ayağa kalkıyor. Adamın
buna verdiği tek tepki üşüdüğünü göstermek... Kadın bu hamleyi karşılıksız
bırakmıyor.
“Üşüteceksin üzerine bir şeyler al.”
deyip geri dönüyor.
Adam şimdi başka bir ruh haline bürünüyor.
“Yıldızların altında oturmak çok güzel, değil mi? Biraz konyak eşliğinde
laflamak iyi gelirdi aslında...”
“Nihayet konuşmak istiyorsun demek...” diyor kadın. Serin bir meltem var
havada. Adam meltemin saçlarını yalamasına izin veriyor ve sonra uzanıp kadının
elindeki kitabı alıyor. Okumaya başlıyor...
“Ziyaretçi ruhlara karşı nazik olmamız gerekir. Bedenlerimiz başka ruhlara
konukseverlik gösterecek şekilde tasarlanmıştır. Bir hipnoz seansıyla beklenmedik
bir misafire kapılarımızı açmak sandığımızdan kolaydır... Ne dersin, deneyelim
mi?”
Kadın bıkkın yanıt veriyor;
“Kimseye kapı açmaya meraklı
değilim.”
“Dünyanın ruhu bir yenilenme
sürecine girdi. 2012’de başlayan döngü, bu yıl tamamlanacak. Üzerinizdeki ölü
toprağını atmanın yolu ‘biz’ olmayı öğrenmekten geçiyor. Haydi ama, birileri
gelirse eğleniriz de...”
Kadın kim bilir kaç kez bu sahneyi
yaşamış olmanın verdiği yılgınlıkla asıl meselenin başka olduğunu
anımsatıyor...
“Aramızda yeterince insan var, sanıyordum.”
“Ah, şu mevzu...”
“Konuşmadığında o mevzuyu yok saymış olmuyorsun.” diyor kadın.
“ O halde, o meselenin ruhunu çağıralım. Belki endişelenecek bir şey
olmadığına seni inandırır.”
Kadın oyun oynamak istemiyor.
“Ben yatağa gidiyorum.”
Adam oyun arkadaşını kaybetmek istemiyor ve hemencecik konuyu değiştiriyor.
“Bugün okul müdürü, dergideki şiirimi okuduğunu söyledi. Bu tip müstehcen
şeyler yazmaya devam edersem sicilim kötü etkilenecekmiş.”
Kadının görevi sanki adamı dinlemek ve onu onaylamakmış gibi...
“Kıskanç herif. Sen ne cevap verdin?”
“Bundan sonra takma isim kullanacağımı söyledim.”
“İyi demişsin.”
Aralarındaki rol dağılımı yine dengeye oturuyor. Bunu görmenin rahatlığıyla
adam ortamı neşelendirmek istiyor.
“Hazır mısın? Ondan geriye doğru sayıyorum. Dokuz...sekiz...”
“Dur!” Kadın gelip adamın karşısına
oturuyor.
“Baştan başla...”
Adam şimdi profesyonel bir illüzyonist gibi ciddiyetle konuşuyor.
“Biraz sonra elimde gördüğün bu cismin etkisiyle uyuyacaksın. Gözlerini
kapa, kendini bırak. On... dokuz... sekiz.. yedi...Rahatla... Burası çok
güzel... Altı... beş... dört... üç ... iki... bir... sıfır...Şimdi gözlerini aç
ve dediklerimi yap.
Kadın oturduğu sandalyede doğrulup adama dönüyor.
Adam neşeyle devam ediyor...
“Güzel... Hoşgeldin! Nasılsın?”
“ İyiyim...”
“Burada güvendesin. İzninle sana birkaç soru soracağım. Ama ilk önce bir
ricam olacak. Konakladığın beden sevgilime ait. Ona artık aramızda bir şey
kalmadığını söyler misin? Ayrılsak da dost kalabildiğimizi, kıskanmaması
gerektiğini söyler misin?”
Kadın başka bir ses tonuyla konnuşuyor, sanki farklı biriymiş gibi davranıyor.
“O burada değil ki...”
Adam hınzır ;“Hımm. Peki, boşanırken yürüttüğün plakları bana geri
vereceksin, anlaştık mı?”
“ Hep kadınlardan bir şeyler istedin, hiç vermedin.”
“ Pardon, kimsiniz?”
“ Anlamadım ki, niye boşandın? Aşk, bitmişmiş... Ne şımarıksınız, ayol.
Bizim zamanımızda insan kıymeti bilinirdi.”
“ Sen yatmadan önce bir şeyler mi içtin, sevgilim?”
“Yatmadan önce içemem. Mideme dokunuyor, bilirsin. Ama akşamüstleri iki tek
atmayı severim.”
“Kiminle konuşuyorum?” diyor adam telaşla...
“ Bu salak kızlar yemiş bitirmiş seni, haline bak bir deri bir kemik
kalmışsın.”
Adam fısıldıyor...
“Anne?”
“Evladım kaç yaşına geldin hala aynı dert tasa; yok o kadın yok bu kadın,
aldın mı verdin mi?”
Adamın sesi titriyor...“Anne, sen misin?”
“Bu yeni sevgilinin saçlarının rengi nedir öyle, Allah aşkına? Hoş, bu
pasaklı şey kuaföre gidiyor mu, ondan bile emin değilim. Kadın dediğin bakımlı
olacak! Biraz renk katacak hayata... ki adam da renklensin, dünya da
renklensin...”
“Anne, seni çok özledim.”
“Aman canım, koca bebek sen de... Hep ilgi beklersin. Bir gün olsun kendi
hayatımı yaşamama izin vermedim. Sana karşı da doluyum aslında...”
“Anne’ciğim, ölene dek birlikteydik. Ben hep seni...”
“Birlikte oturduk çünkü paran yoktu. Yazacağım, çizeceğim derdine düştün,
eve iki ekmek getirecek para bile kazanamadın, be yavrum.”
“Anne’ciğim, öyle deme...”
“Yani ölmeden önce son isteğim saçlarımı maviye boyatmaktı. Onu yaptım diye
benle konuşmayı kestin yahu. Helalleşmeden terk ettim bu alemi, iyi mi? Benle
küstün diye, üzüntüden nefes boruma bezelye kaçtı. Yaradanın işi de belli
olmuyor, ne yaparsın...”
Adam ağlamaya başlıyor. Burnunu çeke çeke...
“Anne’ciğim beni affet!”
“Anne’ciğim beni affet!”
“Allah ıslah etsin! Haydi toparlan, dergilere müstehcen şiirler de yazma
öyle... Ha unutmadan, kitaplar rengine göre değil, deneyimlere göre seçilir paşam.”
Adam şaşkın, “Pes yani!” diyor.
Kadın neşeyle ayağa kalkıyor. “Nasıl yuttun zokayı!”
Adam öfkeleniyor... “En hassas olduğum konuda, annemin saçlarını maviye
boyatması hakkında, nasıl alay edersin?”
“Sen de aş artık bu mevzuyu. Mavi
ile ilgili onlarca şiir yazdın, günah çıkardın yetmedi mi?”
“Alacağın olsun.”
“Olsun, tamam. Haydi gel, yatalım
artık.”