29 Aralık 2016 Perşembe
27 Aralık 2016 Salı
Mavi Sandık
Dört beş yaşlarımın ormanındayım. Leblebi tozlarıyla ve
evimizin karşısındaki top sahasındaki çamur tepesinden yapılma köftelerle dolu
bir dünyam var. Annemin sarı odalara sığmayan hayal gücü sayesinde el emeğinin
önemini kavrayıvermişim. Yalnız uygulamaya geçmek için tığ değil, erkek işini
seçmişim. Tahta oymaya, elektrik teli döşemeye meraklıyım. Babamı teslim alan gece
vardiyalarından fırsat kalırsa, ona tornavida uzatmak için dahi olsa paçasına
yapışıyorum. Ek işlere gider de beni yanında götürürse; kahramanımı
görebileceğim kadar daracık o zaman. Plansız bir gebelikle gelen ve erkek
olamayan varlığım için ince kedi sesimle af diliyor ve babam beni sonsuz sevsin
istiyorum. Demir kapılarla apartman otomatlarının sesi eşleştiği her an
dilediğim oluyor, hissediyorum. Her şey tam! Bir eksik varsa da; ailece gittiğimiz
pikniklerde sığındığım ağaç kovuklarında yuvalanan periler gedikleri tıkayacak,
biliyorum.
Söz dinlemeyen Orfe'nin talihini takip ettim; yılanlar dolandı o
koruluklarda ayaklarıma. Babam bir iş kazasında, elektrik trafosu patlamasında ağır
yaralandı. Annem refakatçi olarak Cerrahpaşa’ya, hastaneye gitti. Biz ablamla
neler olduğunu günlerce bilemedik. Komşularımız Ayşe ablaların bazen de Samet
amcaların evinde kaldık. Yer altı aleminin karanlıklarından çıkana dek, ağaç
perilerinin yüzüne bakmamam gerekirdi. Sözümü tutamadığım için terk edilmiştim
işte. Bu, nefrit rahatsızlığımdan ötürü ana babamdan ayrı düşüşümden sonra;
gecenin ikinci kez beni sarmaladığına işaretti. Uyku ve gece... Işığa tahammül
edemiyor, sürekli kendimi tuvaletlere kilitliyordum. Bize bakan komşular da ne
yapacaklarını bilemez haldeydiler. Zavallılar belki kendi evimin havasını
koklarsam ferahlarım diye, beni iki arada bir derede dolaştırıyorlardı.
Evimizde Deliorman’dan
gelen mavi çiçekli bir sandık vardı. İçeri girer girmez bu ata yadigarının
önüne gider, kapağını güç bela kaldırıp;
“Domuuuuuzlar kaçııııın”
diye bağırırdım.
Neden bilmem domuzlara seslendikçe rahatlardım. Sonra
içim geçene dek ağlardım. Beni sandığın başından alıp nasıl eve taşıyorlardı
acaba? Muhtemelen ablacığım sonraki yıllar da her dara düştüğümde yaptığı gibi,
başımı omzuna dayayıp bir ninni söylüyordu. İşte o zaman derin esir mağaralarından
çıkıp göğe yükseliyordum.
Babam ve annem
hastaneden döndüler. Bir süre babamın yattığı odaya girmemiz yasaklandı. O
günleri hep kapı aralıklarından, apartman boşluklarından dinlediğim
fısıltılarla anımsıyorum. Parmağının ucuyla şehri ışıklara boğan babamın bazı
vücut kısımlarından alınan deri parçaları kollarına ve göğsüne nakil edilmişti.
Mumya gibi yattı yatağında. Ben ıhlamur ağacı yapraklarından muska yapıp o
sandığa yerleştirdim. Babamın acısı sandığa hapsolsun diye... Mavi sandık beni
dinlemedi. Sonraki yıllar ailedeki beş kişinin de vücuduna birer yanık izi
taşıdı. Feleğin işine bakın, ben yüzümü kaynar suyla yaktım ve oluşan lekeler
domuz yağından yapılan bir solüsyon sayesinde geçti. Domuzlar kaçmadı.
Hayatımız zorlaştı. Biz oturduğumuz evimizden ayrıldık. Kuş adlarıyla bezeli
Kanarya mahallesine taşındık. Ne öğrendiysem kökleri orada geçen yedi yıllık
çocukluğumda gömülüdür.
Kalabalık aile sofralarında
kimileyin dillendirip güleriz, yanık aile. Hiç büyümemiş... Bu bizim hayatla
yaptığımız bir anlaşma gibidir. Birinin canı acıyınca diğerinin gidip aynı hissi
yaşamak istemesi. Mavi sandık ve yanık deriler anlaşması...
*****
Bugün o mavi
sandık ablamın evindedir. Küçük yeğenim onunla dilek oyunu oynamayı sever.
Affetmek erdemdir, hatırlamak hikaye... Babamın elleri ve kollarında derin
yanık izleri durur. Dikkatle bakanlar benim de çenemde benzer izleri sürerler.
13 Aralık 2016 Salı
Cüzdan
“Çocukluğumdan
beri bir hırsız gibi çalıp çırpmayı sevsem de; an gelir mutlaka aldığımı geri
veririm.”
Başlangıç diye bir şey yok. Herkes gibi ben de bir yol
bulup yeryüzüne merhaba dedim. Kalabalıkta sürüklenip durdum. Tam şu anda ise
aynada yüzüme bakıyor, kim olduğumu anımsayamıyorum. Yüzümde hafif bir makyaj,
elimde bir cüzdan var. İçindeki fotoğraflara, kimliklere bakılırsa cüzdan, bana
ait değil. Duvardaki tabelada yazdığına göre Büyük Londra otelindeyim. Bu
daracık tuvalette kim cüzdanını unuttuysa, çok yazık. Çünkü cüzdanı cebime
atıyorum. Sakince tuvaletten çıkıyorum. Lobiye gelince nerede oturduğumu
bulmaya çalışıyorum. Buraya yalnız mı gelmiştim, yoksa biriyle randevum mu
vardı? Barda oturan boş bakışlı sarışın eliyle yanındaki sandalyeyi işaret
ediyor. Demek ki buraya bu bönle buluşmaya geldim. Yanına gidiyorum. Bir içki
ısmarlıyor bana ve son politik sızıntıyla düşürülen faizlerden söz ederek beni
tavlamaya çalışıyor. Giydikleri üzerine oturmayan, sürekli gözlerini benimkilerden kaçırarak konuşan bu herife katlanamıyorum. Neyse ki, panik içinde bir
kadın, barmene yaklaşıp tuvalette kaybettiği cüzdanını soruyor. Biraz keyfim
yerine geliyor. Artık bardan ayrılabilir, gönül rahatlığıyla şehvet sularına dalabilirim. Böylelikle
yarım saat evvel Odakule’de olduğumu, hep aynı yerde duran çiçekçinin yanına
çökmüş zırıldadığımı da hatırlarım.
Kalbimin kırıklığını bu cüzdan tamir
ediveriyor. Ona kavuşmadan önce olmak istediğim tek yer, şehrin
kanalizasyonlarıydı. Sersem rüzgarda, çingenenin etrafa savrulan papatya
yaprakları gibi havada taklalar atarak su birikintilerine inmek ve oradan en
yakın mazgala ilerleyerek kuytularda kaybolmak istiyordum. Geri dönüp bakınca
cadı martavallarının o anda okunduğunu ve kaderimin tam o saniyede
düğümlendiğini sanabilirsiniz. Gözünüzde canlandırın, dizlerimin bağı çözülmüş,
sümüklerim çeneme duble yol inşa etmiş... Yine de telefonumu sımsıkı tutuyorum.
Sanki o, benim hayat güvencem. Elimde telefonum olmadığı ve titreşmediği zaman
boşlukta hissederim de.. Ah başlamıştık değil mi? Merhaba, şimdi bu cüzdanla
yeni bir kadın gibiyim.
3 Aralık 2016 Cumartesi
Pierrot Le Fou - Trailer
18'imde izlediğimde tüm ukalalığımla; "ne var ki bu abuk gangster hikayesinde?" diyordum. Sonra n'olduysa oldu, hayat (!) oldu. Her yıl seremoniyle izlediğim başucu filmime dönüştü.
İyi ki doğdun "Çılgın Pierrot"!
Gerçek hayat sokakta olsa ve sinema taklitten başka bir şey olmasa da; sen tatil gibisin. Hiç bitmesin istediğin ama mutlaka sonu gelen bir tatil, 'aşk' gibi bir film'sin...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)