Bu aralar geleceğimle ilgili nahoş hisler taşıyorsunuz, biliyorum ancak;
Ulaştırma Bakanlığı’ndaki iletişim asistanlığı işimden ayrıldığımdan beri ilk
kez yüzüm gülüyor. Neler atlattım baksanıza, memlekette cadı avı başlayınca
terör örgütü mensubu yaftasından kurtulamadım. Kriptolu telefonlardan ve sinyal
şifrelemekten bihaber olan bendenizin beter durumlara düşmesini görmeseydiniz
keşke. Zamanında gözünü açık bağlantılarını sıkı tut, diye seni uyarmıştım
diyeceksiniz. Lakin zamanlama konusunda pek bir beceriksizimdir, bilirsiniz. Son
günlerde kapı altlarından sızıveren karanlık suların içindeki zehirli atıklarla
bir tutulmak ağrıma gitmedi değil. Çıtımı çıkarmadım yine de. Sessizliği sevmek
bende belirgin bir tutumdur. Hem konuşsam ne olacaktı ki? Hani şu haber
bültenlerine bile konu oluveren kayıplara karışma tezgahında da susuvermiştim.
İnsanlara alay konusu olmaktan yana şikayetçi değilim. Sadece aile adımıza leke
sürmüş olmak beni üzüyor, babacığım. Sizin gibi dünyaya metelik vermeyen, her
ahval ve şerait içinde edecek bir çift manalı lakırdı buluveren, kadim
müktesebata ilgisini yitirmemiş biri olmayı ne çok isterdim. İster astronom
ister artiz ol, buralarda hiçsin, iyisi mi yağlı bir kısmet bul diyen enişte
beyin haklı çıkması şimdi canımı daha fena yakıyor.
Ana sanayiiye erişemeyen bir yedek
parçacık olmak halimi değiştirebilecek bir gelişmeden, bir umut ışığından
haberdar etmek için size bu satırları yazıyorum. Rasathane’de çalışan arkadaşım
Efraz’ı anımsarsınız. Cıvıltıya benzeyen o kendine has konuşmasını nicedir
özlemiştim. Başka devletten bir grup bilim adamına mihmandarlık ediyormuş
bizimki, “Akşam yemeğine gideceğiz, gelsene” diye çağırdı beni. Atladım,
sıkıntı dalgalarının kalbimdeki kıyıya vurduğu bir akşam üzeri vardım
Kandilli’ye. Eski yıkıntıların bulunduğu arka bahçesini çok severdim
gözlemevinin, gittim orada bir taş üstüne oturdum. Biraz sonra yolunu kaybetmiş
bir ecnebi geldi yanıma,
“Bu yıldızın burada ne aradığını bilir misin?” diye göğü işaret etti.
Hava henüz tam anlamıyla kararmasa da gökte tek başına cayır cayır parlayan
bir cisim vardı. Ondan söz ediyor olmalı, diye düşündüm. Bize henüz ulaşmamış
olan uzak yıldızların ışıklarından güçlü bir demetti bu. Alman hekim Olbers’in
paradoksunu haksız çıkaracak denli yakın duruyordu yeryüzüne. Tüm yıldızlardan
daha parlak ve her türlü büyük patlama kalıntısından daha kuvvetli... Ben gotik
şairleri bile düşünmeye sevk eden malum paradoksun kör kuyularına dalmışken
yıldız hakkında bir açıklama ihtiyacı hissetti adamcağız.
“Bu, bir süredir özel bir ışıklandırma ile restore ettiğimiz gezegen
aslında.” deyiverdi.
Kıymetli pederim, meğerse adamın
şahsi arabasıymışçasına sahiplendiği bu cisimcik Merih imiş. Burada ademoğlu
yaşasın diye özel bir üs kurulduğu bilginiz dahilindedir sanıyorum. Gelecek yıl
ilk sakinlerine kavuşacak olan gezegen için bir çeşit çekiliş düzenlendiğini de
biliyor muydunuz peki? İşte umulmaz hassasiyeti yüzünden hiçbir işte muvaffak
olamamakla itham ettiğiniz bu kerimenizin, uzak gezegenlerde yeni bir hayata
adım atmak için kuraya katılma hakkını kazandığını size bildirmekten kıvanç
duyuyorum. Efraz’a bakılırsa bizim buralardan az sayıda kişi seçildiği için
şansım yüksekmiş. O kadar da talihsiz değilmişim demek.
Eğer piyangoyu kazanacak olursam,
gri uydu tünelleriyle bezeli Mars sokaklarında, müphem mısraların dolaştığı
çentikler çakmak benim için ilk vazife olacaktır. Nihayet hısım, akrabayı
sevindirecek bir ilmühaber sahibi olacağımı sanıyorum. O vakit, kız kısmı
erkeklerle top oynamaz diyen komşuların dillerinde haybeye harcanan çocukluğum,
sabahlara dek sanat atelyesinde dikilemezsin diye diye heder edilen
ergenliğimin de rövanşını göreceğim.
Düşünsenize babacığım, yeni
yerleşim sağlanacak bir gezegende, ‘nasıl nefes alınır’ı öğretecek bir
vatanımız evladına ne çok ihtiyaç vardır. “Sen kimsin?” diye horozlanacak,
yolda yürüyenlerin üzerine araba sürecek, biri arkasını döner dönmez sövüp
sayacak, spor müsabakaları ve düğünlerde havaya ateş açacak, metro sıralarında
omuz ve çimdik atarak kaynak yapacak ve hatta yanında duranın şekil şemaline
sinirlenip uçan tekme savuracak birilerinin boşluğu oralarda hissedilmemeli.
Oyun içinde oyun kurmaya meraklı, gizli örgütlere antremanlı bir türün iltifatı
orayı da ihya edecektir. Gözlemevinin bahçesinde tanıştığım piyango komite
üyesi mülakat için çağırdığında bu noksanı dile getirmeli miyim sizce? Ah babacığım var ya, Mars’ın dağını bayırını
mangalla donatacağım; yeter ki şu bilet bana çıksın.