"Umut gayrete gülümser!" Emily Bronte , Uğultulu Tepeler
Birbirleriyle karşılaşmaması gereken insanlar vardır. Bir
füzyona neden olurlar ve birlikte büyük bir değişimin önünü açarlar. Merve ile
Banu’nun hikayesi biraz böyleydi. Kalabalık çevrelerde kendi yalnızlıklarına
gömülmüş iki kadın... Her ikisi de hayatlarını değiştirecek atılımları geride
bırakmışlar. Belli bir başarı sahibi olmuşlar; mevcut konumlarına iyice
kurulmuşlar ve tehlikeli sulardan uzak durmaya and içmişlerdi.
Merve’yi bizim şirketin yeni reklam kampanyası için
düzenlenen ajans toplantılarından birinde tanıdım. O zamanlar çok fazla
çalışıyordum. Şirketin gelecek vaad eden çalışanları arasına girme
hedefindeydim. Hayatımın anlamının, sürekli para kazanmak olduğu düşüncesini kafama yerleştirmeye çabalıyordum. Oysa derinlerden bir ses; benim için yelken
açılacak başka sular olduğunu fısıldıyordu. Şimdi anlıyorum,hayat herkes için sonsuz seçenek sunuyor; ama biz kendi kafalarımızı kafeslerin içine hapsederek
yan yolları görmez oluyoruz.
Merve ilk bakışta dikkat çekecek tiplerden değildi. İyi
bir gözlemcinin dalga konusu olabilirdi pekala, üzerine iğreti duran
kıyafetleri ve abartılı el kol hareketleri ile. Kelimeleri ağzında yuvarlayarak
söylemeye çabalar; her fırsatta İngiltere’de okul bitirip geldiğini söylerdi.
Madem bu kadar kendini satmaya meraklı; o halde konuşturayım şu hatunu, diye
düşünmüştüm onu tanır tanımaz. Ben yaraları kaşımayı severim. Daha o gün
Merve’nin bir dediği diğerini tutmayan, her seferinde anlattığı anıların yer ve
zamanlarını değiştiren biri olduğunu çözmüştüm. Övünmek gibi olmasın, dikkatli
bir metin yazarı olduğum söylenir.
Merve’nin uyduruk hayat hikayesindeki tuhaf ayrıntıların
birbiriyle çeliştiğini yüzüne vurmak gibi bir görev edinmiştim kendime.
Kendimden, rüyalarımdan kaçtığım ve kim olduğum ile yüzleşmediğim için o
zamanlar fazlasıyla boş vaktim vardı. Bugün olsa yüzüne bakar güler geçerim, Merve gibilerin. Ama işte o zaman, içinde bulunduğu fanusbuğulanmış bir
larva gibiydim.
İstanbul’un kenar mahallelerinden birinde doğulu ailesinin
yaşadığı apartmanda kocası ve oğlu ile yaşıyordu Merve. Liseden sonra ev kadını
olmuş ve fakat bu kariyeri kendine yedirememiş, birçoklarından bir eksiği
olmadığını fark ederek babasını sıkıştırmış da iki haftalığına Londra yakınlarında
küçük bir okulun dil kursuna gitmişti. Ama o bu durumu Birmingham’da iletişim
okudum, diye pazarlamayı tercih ederdi. Sorbonne önünden
geçerken kendini oradan mezun sayanların olduğu bir memlekette, onun hikayesini
kimse garipsemiyordu. Garipseyecekler de yüz göz olmuyorlardı zaten. Ancak
ben, Merve’deki ‘başka yerlerde olma
arzusu’nu keşfetmiştim. Kendisini bir yere ait hissetmeyenler, benzer hisleri
taşıyanları koklayarak bulurlar.
KARŞIBERİ
"Sürekli inceleyen ve gözleyen insanlar, inceledikleri ve gözledikleri şeylere karşı eleştirel bir tutum geliştirirler."
Doris Lessing
Banu, roman kahramanı sayılacak kadınlardandı. Yanlış zamanda yanlış yerde olmuş, yaşamın kendisine yüklediği tüm zorluklara göğüs germiş ve olanca çıkmaz yoldan yeşil vadilere geçitler kurabilmiş biri... Hayranlık uyandırıcı biriydi. Henüz üniversitede okurken bunu biliyordum. Parlaklığı göz kamaştırırdı. Kendisinden güçsüz herkese kol kanat geren, önüne sunulanla yetinmeyen ve hep farklı hikayeler peşinde koşan bir kızdı. Onun çevresinde olmak, maceralarına tanık olmak sonra da rüzgarına kapılarak sürüklenmek isterdiniz. Banu hızlı koştu. Hepimizden farklı olarak, hiç yorulmadı. İşler onun için kötü gittiğinde bile; haksız yere mahkemelere düşüp hapis cezaları aldığında dahi, "bak kızım fazla hayal kurarsan ağzına acı biber sürerler" diye anneler onu örnek gösterdiklerinde yani, hiç ama hiç pes etmedi.
Mücadelesinin bu topraklarda devam edemeyeceğini anladığı gün, en fazla, ülkeyi terk etti. O kadar... Başka bir ülkede hayallerini kovalamayı, yazmayı, insanların hakkını savunmayı sürdürdü. Üniversite sıralarında onun gibi cesur olmayı isterdim. Yıllar sonra hakkında edilen onca hakarete, sarfedilen onca iftiraya göğüs gererek ülkeye geri döndü. Her şeye sıfırdan başladı. Sokaklarda yürürken gülümsemeye, aynı onurlu yürüyüşüne devam etti. Banu ile hiç beklemediğim bir gün, yanımda Merve varken karşılaştım. Merve, hani şu kendine yalan biyografiler çizen ve nasılsa onların gerçek olduğuna başkalarını inandıran kadın...Kocasından ayrılmış, reklam sektörünün sevilmeyen ama aranan yaratıcı direktörlerinden biri olmayı becerebilmiş kadın.
Bu iki farklı kadını tanıştıran benim. Vicdanımın bu yükle sızlayacağını bile bile, dünyaya ne yapacaklarına sessiz kaldığımı itiraf ediyorum. Çünkü hayat, tesadüflerini bizim kontrolümüz dışında hazırlar. Maç sayıları daha oynanmadan bellidir. Olana sessiz kalmak bir yoldur elbette. Eğer savaşmak ya da susmak yerine, işeyişe yardım ederseniz... Merve ile Banu'nun, bırakın ortak olacaklarına, aynı masada on dakika geçirebileceklerine bile inanmazdım. Çarık çarıkla sarık sarıkla olur sanırdım. Şimdi onlara bakıyorum... Bu iki ayrı ruhun yaptıklarına...Dünyadaki her şeyin bir sebebi olduğuna inanıyorum. Kızılderilinin dediği gibi,
"Her bitki bir hastalığı tedavi etmek için büyür."
Yok bu değildi...
Hah, doğrusu şu olacak;
"Bir insanı küçük görmek akılsızlık, büyük görmek de korkaklıktır."