Bazı yüzler göründüklerinden daha açık seçik olurlar. Kederle kahkahayı bir
arada yansıtma yeteneğine doğuştan sahip olurlar. Sinema böyle yüzler içindir.
Nimet böyle yüzleri hep kıskandı. Kendisi bir göz yaşı ve bir gülücük için, yüzündeki
yirmi kasın her birini ayrı ayrı çalıştırmayı öğrenmek için yıllarını verdi.
“Yeni bir şeyler var
mı?”
En haz etmediği soru
cenazede de karşısına çıkınca Nimet kaçacak delik aradı. Oysa bir aktris için
görünmek her şeydir. Kim olduğunuzdan çok, nasıl ve ne sıklıkta göründüğünüz
önemlidir.
Merhum Ferzin
Sahir’in hayal artıklarını toplamak üzere cami avlusunda toplanmış olanlar
arasında en cazibelisi Nimet’ti. Üzerinde sponsor giyim firmasından henüz
aldığı sportif şıklık taşıyan kılığı ile cenazenin gösterişli simalarındandı.
Uzun ceketini bir davette giymek sözüyle modacısından koparabilmişti. Bu cenaze
de bir çeşit davet değil miydi?
Nimet tedirgindi.
Azer Deniz ile Mahbube Vadim bundan önceki cenazede sergiledikleri içli
performans sayesinde, iki filmdeki kıdemli rollere yatmıştı. Öyleyse Nimet
Bulunmaz’ın da AVM’lerde paparazzi peşinde koşmak yerine; burada kendini
göstermesinden daha doğal ne olabilirdi. Kalın çerçeveli siyah gözlüklerini
çıkardı. Beyinlerini yıkamak için tanıdık işverenlerin konuşlandığı çardağa
doğru yürüdü.
Nimet Bulunmaz,
katıldığı bir yarışmada sinema güzeli seçilip aventürlerle yola başlamıştı. Ne
meydanlarda sendikacılarla kol kola yürüyen solcu yıldızlar gibi politik
bilinci vardı ne de özel bir sinema yüzü... Sadece güzeldi. Güzelliğinin de bir
gün yetersiz kalacağını daha başlangıçta sezdi. İlk filmi “Ses ver Yüreğim”in
gösterime girmesinin ardından on beş ay boyunca hiç iş teklifi almadı.
Nafile bir çaba ile
menajer büroları ile yapım tezgahları arasında mekik dokuyordu. Sonunda telli
babalara gitmekten yoruldu. Herkese akıl vermeye pek meraklı katana Ena’nın
aklına uydu. Elmacık kemikleri iyi ışık almıyor, karga burnunun alnına oranı
perdede iyi durmuyordu. Soluğu ameliyat masasında aldı. Önce yüzünü törpületti.
Sonra kemikleri yontuldu ve nihayet tüm boşlukları doldurttu. Nimet Bulunmaz
kendini baştan tasarladı.
Beyazcamın
hükümranlığını ilan etmesiyle yedinci sanatın altın yıllarının bittiği iddia
edilir. Nimet Bulunmaz, bu safsatalara güler geçerdi. Rüyaların da onları
üreten fabrikaların da çapaksız olacağını ifade eden kimseye metelik vermezdi.
Her şeyin bir zamanı vardır. Bir tek şey hariç! Sinema, zamanla ilgili
değildir. Para ile ilgilidir. Tüm o güzel kostümler, arabalar, evler, aşklar...
Parlak ve ihtişamlı olan her şey sermayenindir. Sermayeyi eleştiren küçük
bütçeli filmler bile sermayenindir. Eskiyen ne varsa; baharlara bulanıp
bankerlerle ve kredilerle donanıp taptaze geri döner. Çingene mahallesinde
büyümüş bir kızcağızdan başka ne düşünmesini beklersiniz. Nimet hiç bir zaman
adalete inanmayacaktı. Mucizeler olurdu olmasına da, bir uçları mutlaka
derinizi keserdi.
Nimet Bulunmaz’ın
kariyerini karizmasına borçlu olduğu sanılırdı. Oysa o minyatür elektrotlar
olmasa bir hiçti. Kendi isteklerini sanki başkalarının şahsi arzularıymış gibi
onlara kabul ettirmesini öğrendi. Hipnozdan mikrodalgaya tüm zihin yönetme
işlemlerini çalıştı. Herkes yalan söyler. Nimet gibilerin farkı, yalanları onun
değil de sizin uydurduğunuzu, düşünmenizi sağlamalarıdır. Nimet'in hiç dostu olmadı. Ama büyük bir aşk yaşadı. Dillere destan olanlarından. Halil Anason, şiirli konuşan, buza yatmayı çamura yatmaya yeğ tutan bir sinemacıydı. Her kesimden dostu vardı. Nimet onun bir sözünü aldı sür manşetin altına spot attı.
“Sanki herkes yas içinde. Bu gaddar girdapta
boşuna yolculuk. Suskunluklar ülkesinde, küçük rütbeli ayıları izle. Takma
kafanı, bu bizimki yalandan solculuk!”