OYUN OYNAMAK İÇİN ASLA GEÇ DEĞİL
“Çocuğun tek bir amacı vardır. Özümseyen zihnini kullanarak
dünyaya dair ne varsa öğrenmek… Biyolojik planın bu dürtüsü engellenmediğinde, çocuk hayret
verici potansiyelini gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğu zihinsel donanımı inşa
eder.”
Joseph Chilton
PEARCE , Sihirli Çocuk
Bulunduğum ilk film setinde
(ki o sırada sinema eğitimi aldığım için kamera arkasında çalışıyordum) beni bu
mesleğe bağlayan şey, kolektif bilinç olmuştu. Hemen hemen tüm birimler eşit
muamele görüyor ve üretime, yani tek bir hayale hizmet etmek için herkes varını
yoğunu masaya koyuyordu. Bu bahsettiğim yirmi yıl öncesi… Zaman içinde değişen
çok şey oldu. Ama hala filmcilerin özel bir paylaşım ağı ile birbirlerine bağlı
olduklarına inanmak isterim. Oradaki en varlıklı insan, sahip olduklarını tüm
ekiple paylaşır. Saygıdeğer aktörler cüzdanlarındaki maddiyatın gösterişini
yapmaktan ziyade, mütevazi yaşar, kamera arkasındaki iş arkadaşlarını aileden
biri olarak görür ve kazançlarını onlarla bölüşür.
Galiba sadece film işinde
değil yaşamın her alanında çevremde az tüketen insanların olmasını yeğlerim. Böyleleri
bakış açılarını alışveriş merkezlerine, yahut sosyal medyadaki fenomenlere göre
değiştirmezler. Mümkün olduğunca çok insana yardım etmek, topluma fayda
sağlamak onları zenginleştirir, dinginleştirir. Muhteşem arabalara binmeseler,
harika semtlerde oturmasalar, göz alıcı kostüm ve ayakkabılarla gezmeseler de
onların çevresinde olmak istersiniz. Onların etrafa yaydığı iyilik enerjisinden
uzak kalamazsınız. Hayattaki gerçek zenginliği keşfetmiş, varoluşlarını kabullenmiş,
yaşam amaçlarını gerçekleştirerek tatmin olmuş kimselerle birlikteyken yaşam
denen ırmakta dertsiz, tasasız seyreden bir sandala binmiş gibi hissedersiniz. Başına
gelecek her şeyi kabullenmiş olmanın huzuru…
Hamilelik dönemine dair tek
bir tavsiye ver deseniz, işte bunu söylerim… İçinde bulunduğunuz durumu
kabullenin, onunla çatışmayın ve kendinizi gevşemeye bırakın. Tıpkı hayatın
diğer periodlarında yapmanız gerektiği gibi… Bundan kastım, zorlu koşullarda tembellik
edip kıçınızı yayın, demek değil elbette. Çünkü ben hayatta çalışmadan elde
edilen bir şeye sahip olmadım. Geldiyse de geldiği gibi hızlıca gitti. Öyleyse,
niye gelmiyor diye üzülmek yerine ben gidip alacağım, sakince ve yavaş
adımlarla…
Önceki yazılarda içinde bulunduğum
çevresel koşullardan dolayı yaşadığım zorluklardan söz etmiştim. Bu yazının ana
konusu ise (eğer lafı uzatmayı bırakıp sadede gelmeyi becerebilirsem 😊 hamilelikte iyi vakit geçirmek…
Doğum iznime çıktıktan ve
eşime kavuştuktan sonra, üçümüzün de sağlığının iyi oluşuna şükretmeye
başladım. Sadece bu bile, tek başına ne büyük bir armağandı… Çok şanslıydık! Sonra
bir baktım ki günler geçtikçe; hareket kapasitem sınırlandıkça; bebek 3 kiloya
geldikçe ve ben 25 kg aldıkça (hiç aş ermesem de bünyemin arzu ettiğinden fazla
yedim içtim. Çünkü doğum sonrasında spor ve sağlıklı beslenmeyle kilo vereceğimi
bildiğim için, kendimi bu anlamda hiç sınırlamadım.) hayat zorlaşacağına
kolaylaşıverdi… Gece uykularım bölünse, bebeğin hareketleri yemek ve nefes
boruma baskı yapsa ve uzun mesafeleri yürümem imkansızlaşsa da, önceki aylardan
daha iyiyim. Çünkü hepimizin sağlıklı olduğunu biliyorum. Sağlığımızın iyi ve başımızın
üzerinde bir çatı olması kadar büyük nimet var mı?
Bebeğin adını hala
kesinleştirmedik.
Hastane çantamız hazır
değil.
Evi onun gelişine göre
düzenlemedik.
Eşimle ikimiz de onun
gelişini sükunetle bekliyoruz. İnanıyoruz ki, her şey olması gerektiği gibi
olacak. Elbette ki benim de yoğun kaygılarım vardı. Bu ilk gebeliğim, ilk bebeğim,
40’ımdayım ve ne kadar çok okusam da hayatın kitaplardaki gibi akmadığını,
kendi sürprizleriyle sizi sersemlettiğini bilecek kadar çok tecrübe sahibiyim. Geçtiğimiz
günlerde ilk yalancı 'dalgam' ile tanıştım. Tıp dilinde Braxton Hicks olarak
bilinen bu kasılmalar beni sersemletti. Doğumun kolay ve ağrısız geçeceğine inanmakta
o kadar başarılı olmuşum ki, kasılmalar esnasında evin odaları arasında tur atarken
eşime “İnsanların niye sezaryen tercih
ettiğini anlayabiliyorum.” dedim. Şimdi artık doğumun sandığım kadar kolay
geçmeme ihtimali olduğunu da göz önünde bulunduruyorum 😊
Kaygılarımı azaltmak ve doğumun
olanca güzel bir tecrübeye dönüşmesi için bir takım önlemler almanın
gerektiğini, çaba sarf etmeden bir şey olmayacağını kabullendim. Bu adımları
sizinle de paylaşmak isterim.
1.
İlk olarak İstanbul’da
da güvenebileceğim bir doktor buldum. Her şeyi sorduğum, günden güne farklılaşan
ruh halimi paylaşabildiğim, vücudumdaki değişimler hakkında beni rahatlatan bir
hekim… Ortak ilgi alanlarımızın olması beni ona daha da yaklaştırdı. Hekimimle aklımdaki en saçma soruları bile paylaşabiliyorum. Onun sabrı ve sakinliği
doğumun da kolaylıkla geçeceğine dair inancımı pekiştiriyor.
2.
Hekimimin önerdiği hastanedeki
doğumhane ve odaları gezdim. Personelle konuştum. Kısmetse aletsiz, epiduralsiz,
normal doğum hayal ettiğimiz için hastane ortamı özellikle önemli. Benim istediğim
mahremiyet, güvenlik, konfor sağlanabilecek mi? Tıpkı bir hafiye gibi iz sürdüm, araştırdım.
3.
Rahim ağzının 10 cm’ye
varacağı son ana kadar evde vakit
geçirmeyi istediğim için hekimimin önerdiği, işini seven ve doğum
sonrasında da destek verecek bir Ebe-Doula ile anlaştım. Elbette herkes bu hizmeti
tercih edecek diye bir şey yok... Fakat ben hem doğumun güzel geçmesini hem de
lohusalık sürecimi mümkün mertebe iyi yaşamayı istediğim için profesyonel
desteğe ihtiyaç duydum. Çünkü zor bir dönem geçirmiştim ve desteğe ihtiyacım vardı. Şanslıyım ki, bunu temin edebilecek durumdayım. Hayatta belki
bir kez yaşayacağım bu tecrübenin iyi geçmesini diliyorum.
4.
Kendimi iyi
hissettirecek şeyler okudum, izledim, dinledim, birlikte vakit geçirmeyi
sevdiğim hamile arkadaşlarımla (hatta hemen hemen aynı gebelik haftasında
olduğum, benimle aynı yaşta bir kız arkadaşımla ) dertleştim, spor yaptım.
5.
Endişelendiren, doğumu
ve anneliği kutsallaştırıp abartan kimselerle görüşmedim. Ailemden olsalar
bile, insanlara hamileliğime dair rapor vermeyi kestiğimde kendimi çok iyi
hissettim. Çünkü bebeğim ve kendim için en doğrusunu sadece ben bilirim. Bir
sorun olduğunda da o problemi, profesyonellerle paylaşırım.
Yetişkin yaşamlarımız da gerçek gereksinimlerimizi gösteren
ipuçlarıyla doludur. Eğer ihtiyaçlarımızın hepsini doyurmak mümkün değilse, onları azaltmayı neden denemiyoruz?
Daha ilkel olanı hatırlamak bizi doğaya yakınlaştırmaz mı? Doğaya yaklaştıkça ve onun yüceliğine teslim oldukça egomuz törpülenmez mi?
17 yaşıma kadar evde kendi yaptığım oyuncaklarımla oynamıştım. Liseden döner, odamda yere oturur ve kendi kendime oyuncaklarla konuşurdum. O zaman ailemin garipsediği bu alışkanlığım ergenliğimin en zor zamanlarında kurtarıcım olmuştu.
Hikaye anlatmayı unutmaz, oyun oynamayı es geçmezsek, sadece çocuğumuz için değil, bizim için de daha iyi bir dünya kurulabilir.
Kitap Önerisi:
Yazıyı sona erdirirken hamilelikle ilgili bir kitap tavsiyesinde bulunmak isterim. Bu kitabı bana doktorum önerdi. Ben de hamilelikle ilgili tek bir kitap önerecek olsam INA MAY GASKIN'in yazdığı "Doğuma Hazırlık Rehberi"ni öneririm. Sinek Sekiz Yayınları tarafından Türkçe'ye kazandırılmış bu yayın Amerikalı bir ebenin derlediği doğum tecrübelerinden ve merak ettiğiniz ayrıntıların yanıtlanmasından oluşuyor.
Bu kitabın herhangi bir sayfasını açıp okumak beni ferahlatıyor. Çünkü her doğumun kendine has yapısını anımsatıyor. Ne kadar çok anne adayı varsa, o kadar çok doğum tecrübesi var. Bunlar inanılmaz hikayeler... Doğanın gücüne güvenmeniz gerektiğini ve sükunetle bebeğin yolu bulmasını beklemeyi öğütleyen tecrübeler...
Film Önerisi:
"Instant Family" evlat edinmek ve aile olmak üzerine basit bir film. Filmin en güzel tarafı durumu romantize etmeden, ebeveyn olmanın sorunlu ve zor yüzünü de komediyle harmanlayarak sergilemesi. Ben izlerken çok ağladım. Muhtemelen hormonal tepkiler yüzünden... Yine de anne- baba olmanın, çocuk yetiştirmenin eğlenceli olmayan yanlarını gösteren film ve dizilerin gittikçe artıyor oluşu, ebeveynlerin yaptıkları hataların tartışılması yüzleşmeye fırsat tanıyor. İyi ki...
Sonraki yazı: Doğuma hazırlık egzersizleri ve doğum esnasında sizi rahatlatacak fikirler...
Daha ilkel olanı hatırlamak bizi doğaya yakınlaştırmaz mı? Doğaya yaklaştıkça ve onun yüceliğine teslim oldukça egomuz törpülenmez mi?
17 yaşıma kadar evde kendi yaptığım oyuncaklarımla oynamıştım. Liseden döner, odamda yere oturur ve kendi kendime oyuncaklarla konuşurdum. O zaman ailemin garipsediği bu alışkanlığım ergenliğimin en zor zamanlarında kurtarıcım olmuştu.
Hikaye anlatmayı unutmaz, oyun oynamayı es geçmezsek, sadece çocuğumuz için değil, bizim için de daha iyi bir dünya kurulabilir.
Kitap Önerisi:
Yazıyı sona erdirirken hamilelikle ilgili bir kitap tavsiyesinde bulunmak isterim. Bu kitabı bana doktorum önerdi. Ben de hamilelikle ilgili tek bir kitap önerecek olsam INA MAY GASKIN'in yazdığı "Doğuma Hazırlık Rehberi"ni öneririm. Sinek Sekiz Yayınları tarafından Türkçe'ye kazandırılmış bu yayın Amerikalı bir ebenin derlediği doğum tecrübelerinden ve merak ettiğiniz ayrıntıların yanıtlanmasından oluşuyor.
Bu kitabın herhangi bir sayfasını açıp okumak beni ferahlatıyor. Çünkü her doğumun kendine has yapısını anımsatıyor. Ne kadar çok anne adayı varsa, o kadar çok doğum tecrübesi var. Bunlar inanılmaz hikayeler... Doğanın gücüne güvenmeniz gerektiğini ve sükunetle bebeğin yolu bulmasını beklemeyi öğütleyen tecrübeler...
Film Önerisi:
"Instant Family" evlat edinmek ve aile olmak üzerine basit bir film. Filmin en güzel tarafı durumu romantize etmeden, ebeveyn olmanın sorunlu ve zor yüzünü de komediyle harmanlayarak sergilemesi. Ben izlerken çok ağladım. Muhtemelen hormonal tepkiler yüzünden... Yine de anne- baba olmanın, çocuk yetiştirmenin eğlenceli olmayan yanlarını gösteren film ve dizilerin gittikçe artıyor oluşu, ebeveynlerin yaptıkları hataların tartışılması yüzleşmeye fırsat tanıyor. İyi ki...
Sonraki yazı: Doğuma hazırlık egzersizleri ve doğum esnasında sizi rahatlatacak fikirler...